Emre Kocaoğlu
21. Dönem İstanbul Milletvekili
TDV (Türk Demokrasi Vakfı) eski Başkanı

[email protected]

 

AKP hükümeti iyi midir, kötü müdür tartışması sürüp gidiyor, buna girmek istemem. Ama tartışmasız bir şey var ki, o da bu hükümetin sıra dışı işler yaptığıdır. 

Hatta AKP bazen muhalefette iken söylediklerinin tersini bile yapıyor. Bazıları eleştiriyor ama ben bu değişimi sağlıklı buluyorum. Çünkü bir parti muhalefette iken ufkun tamamını değil, sadece kendi tribünlerini görür. Ama iktidara gelince piramidin tepesindesinizdir ve ufkun tamamını, yani dünyanın 360 derecesini birden görme şansınız vardır.
 
Bu şansı kullanabilen iktidarlar muhalefetteki bazı dar görüşlerini değiştirirler ve ufkun tamamını kapsayacak genişlikte yeni politikalar üretirler. Buna değişme değil, gelişme denir ve demokrasinin sağlığı için faydalı bir husustur. 
 
Önümüzde iç politika açısından çok önemli dönemeçler var. Meclisin gündemi demokratikleşme paketi ve yeni anayasayla dolu. Ondan sonra da peş peşe seçimler yaşayacağız. Böylesine dolu bir gündemde yeni ezber bozan işler yapılabilir mi?

Evet, yapılabilir. Hatta yapılmalı.

Çünkü dünyanın takvimi bizim gündemimize bakmıyor ve hızla 2015’e yaklaşıyoruz. Ve biz tedbir almazsak 2015’de küçük kıyamet kopacak.
2015 İttihatçıların Ermeni tehcirinin (Atatürk’ün deyimiyle fezahetinin) 100. yılı ve Ermeni diasporası bu yıl dünyayı başımıza yıkmak için hazırlanıyor. Bu furyaya (ister istemez) Ermenistan da katılıyor. Birçok uluslararası komisyon ve kurum kuruldu, harıl harıl hazırlanıyorlar. Yani iki sene sonra cehennem sıcağı yaşayacağız…
 
Peki, perşembenin gelişi çarşambadan belliyse ne yapmak lazım? 
 
Dışişlerimizin bu konuda ciddi hazırlıklar yaptığını biliyorum. Mesela daha geçen hafta Ukrayna Parlamentosunda Ermeni soykırımı tasarısı reddedildi. Bu güzel haberde kuşkusuz en büyük pay bizim Dışişlerinindir. Ama bir tane Ukrayna’yla iş bitmiyor ki. Ermeniler hemen her ülkenin parlamentosunda, medyasında, STK’larında benzer hazırlıklar sürdürüyorlar. 

Bunlarla tek tek uğraşmamız mümkün değildir. O halde ne yapmalıyız ki bataklığı toptan kurutalım? 

Aslında Davutoğlu bunun kesin çaresini bulmuştu ve 11 Ekim 2009’da Ermenistan Dış İşleri Bakanı Nalbantyan ile imzaladığı tarihi Zürich protokolüyle meseleyi toptan halletmişti. Ama Azerbaycan’ın egoist baskısı ve Türkiye’deki ilkel ırkçılık kabarması sonucunda protokol maalesef nihai onay için Meclis’e getirilemedi. 

Böylece ilişkileri normalleştirerek Ermenistan’ın elindeki kozları almak ve barışçı tavrımızla dünya kamuoyunu kazanmak şanslarını şimdilik kaybettik.

Ama bunu yine yapabiliriz. Eylül’de Meclis açılınca ratifikasyon işlemi için protokol Meclis’e getirilir ve onaylanır. Aynı şey eşzamanlı olarak Ermenistan Parlamentosunda da yapılır. Bu kadar basit. 

Evet, MHP’den ve Azerbaycan’dan canhıraş feryatlar yükselecektir ama ratifikasyondan Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın hiçbir kaybı yok. Tam tersine, önemli kazançları var.

Sınır kapılarının açılması mevcut sınırın Ermenistan tarafından tanınmasıdır ki bu da Ermenistan'ın hayali toprak taleplerinin ve bizim başımızı ağrıtmasının sonu demektir.

İlişkilerimizin normalleşmesinden Ermenistan özellikle ekonomik bakımdan kazançlı çıkacağı için bundan sağlayacağı çıkarları kolayca feda edemez. Bu da, bize önemli bir diplomatik ağırlık verir, 2015 konusunda frene basması ve Karabağ konusunda yumuşaması için kuvvetli telkinde bulunmamıza imkan sağlar.

Bunları Türkiye toplumuna ve Azerbaycan’a anlatmak elbette kabildir.

2015 konusunda asıl militan gayret diasporadan gelmektedir. Ermenistan onların baskısıyla topa girmek zorundadır. Ermenistan’ı denklemden çıkarırsak diaspora diplomatik temaslarında ciddiye alınmaz. Bu da 2015 kıyametinin ateşini iyice düşürür. 

Bu arada, dünyaya samimiyetimizi ispat için başka şeyler de yapmalıyız. Mesela, Erivan’a Büyükelçi olarak itibarlı bir Türkiye Ermeni’sini atayabiliriz.

Neden bir Rakel Dink, Etyen Mahcupyan veya Markar Eseyan bizim Ermenistan Büyükelçimiz olmasınlar? Herhalde Ermenilere sövüp saymaya alışmış, kin ve nefret dolu klasik diplomatlarımızdan daha faydalı olurlar… 

Ayrıca Kars ilimizdeki o muhteşem Ani harabelerini de restore edip dünyaya açmamızda büyük fayda var. Burası memleketimizin büyük bir servetidir. 6. asırdan itibaren Ermeni medeniyetinin önemli bir merkezi, 10. ve 11. asırlarda da Ermeni krallığının başkentidir. Birçok savaş ve istila yaşamış, çeşitli devletlerin eline geçmiş güngörmüş bir yerdir.

Ama Ani şimdi pek perişan bir harabe halindedir. Çünkü Ermeni tarihiyle bağlantılı olduğu için Ankara oligarşisinin taş kafalı ırkçı bürokrasisi burayı yok saymış, restore etmek şöyle dursun iyice harap olması için elinden geleni yapmıştır… 

Ve şimdi Ani’yi restore edip dünyaya açmamızın zamanı gelmiştir. Bunu yapınca başka ülkelerdeki Ermeniler akın akın kadim başkenti görmeye geleceklerdir. 
 
Onlara göstereceğimiz güler yüz ve misafir severlik, kendilerine aşılanmış diaspora öfkesini alıp götürecektir. Çünkü bizi bizden tanıyacaklardır ve diaspora yabancılaşmasından bir ölçüde kurtulacaklardır.