"Bu gerçek bir darbe olsaydı 250 değil 25.000 kişi ölürdü, biz iktidar olurduk" diyemeyenler önce tiyatro, sonra kontrollü darbe demeye başlamıştı.

İktidar olsalar kimse ölmese "görüyorsunuz tek kişinin burnu kanamadan temiz iş çıkardık" diyecek kadar alçaktır bunlar.

Her şeyi hesap ettiler de Gezi'de cumhuriyet mitinglerinde sokağa çıkanlarla, 15 Temmuz'da sokağa çıkanların aynı kişiler olmayacağını hesap edemediler.

İki biber gazı yiyince yabancı canlı yayın araçlarına ağlayanlar, elinde pankartı bile olmayan adamların kurşun yediğinde güldüğünü görünce, başlarına gelecekleri de hesap edemediler doğal olarak.

"İşin kötüsü geldi" diyen Kemal Tahir'i çoğu okumamıştı ama işin kötüsü geldiği zaman ne yapmaları gerektiğini daha çocuktan ezberlemişti onlar.

Ellerinde pankart olmadan, silahsız ama "emme biz oraya boş giddik" diyecek kadar kendine küsen, çıkmak için Avrupa'dan talimat gelmesini beklemeyen, sosyalist enternasyonalin vereceği desteği sabırsızlıkla beklemeyen, Almanya'nın endişelerini duymak için TV'ye kilitlenmeyen adamlar çıktı o gün meydana.

"Halk" olmak dışında başka paye ve şeref aramayan insanlar o gün "safımız darbecilerin, eyyamcı siyasetçinin, godoman vesayetçinin, Amerika'daki aldığı talimatı muhalefet zanneden geri zekalının, duyar kasınca yediği her terane unutulacak zanneden pis gavatın, yağcının, yalakanın yanı değildir." dediler tüm dünyanın gözünün içine baka baka...

24 Haziran'da yine yönümüzü o tarafa dönüp bir şey daha dedik:

"Safımız cihangir solcularının, bodrum katında tezekten bomba yapanların, üç ağaca duyar kasıp mültecilerin yediği lokmada gözü olanların yanında değil, muazzez Anadolu halkının yanındadır.

Bizim yanımız hem "Türkiye" ne demek hem "Amerika" ne demek bilenlerin yanıdır"