Cemaat ve tarikatların temsil iddiasında oldukları iman hizmetinin icrasında yapılanmaları ve faaliyet alanları itibariyle karşı karşıya oldukları bazı tenakuzlar üzerinde enfüsi bir tefekkürdür.

Geçmişten beri hak ve hakikat adına rıza-i bari için insanlığa hizmeti esas alan bu gönüllü manevi teşekküllerin çoğu günümüzde dernek veya vakıf kimlikleriyle faaliyet göstermekteler ve resmi olarak vakıflar ve dernekler müdürlükleri aracılığı ile denetim altındalar. Dolayısıyla bazı çevreler tarafından denetimsizlik, başıboşluk gibi yersiz iddiaların arkasında başka art niyetlerin olduğu açıktır.

Cemaat ve tarikatlar hakkındaki eleştirileri siyaset, ticaret, mülkler ve kurumsallaşma başlıkları altında toplayabiliriz.

Siyaset

Hazreti Hasan’ın (rh) 6 aylık kısa Hilafetinden sonra saltanata tebdil olan siyaset,  adalet-i izafiyeyi esas alan ve kendi içinde çoğu zaman acımasız kuralları olan farklı bir hizmet alanı. Gönüllü manevi teşekküller kendi hakikat ve tarikat hizmet alanları ile siyaset alanı arasındaki mesafeyi korumak noktasında azami gayret göstermeliler. Bu mesafe daraldığı ölçüde iman hizmetinin aksadığını hatta ciddi şekilde hasar gördüğüne defaatle şahit olduk.

Ellerinde elmas kıymetinde iman hakikatlerini tutan ve mücevherat dükkânının dellalı olan iman hizmetkârları siyaset topuzunu arzu etmek şöyle dursun uzak durma noktasında çaba göstermeli.

Bediüzzaman hazretleri “…iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok” diyerek özetlediği istikametli tavrının hikmetini Mektubat isimli eserinde şöyle ifade ediyor.

“Amma ‘Kur'ân ve imanın hizmeti niçin beni men ediyor?’ dersen, ben de derim ki: Hakaik-i imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, ‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”

İman hizmetinin en mühim sancaktarlarından Bediüzzaman Hazretleri yalana revaç veren günümüz siyaseti içinde dinin siyasete alet edilmemesi, ırkçılık adına, dinsizlik adına siyaset yapılmamasına dair ikazlarda bulunmuş ve siyaset mesleği içinde ki ahrarlar-demokratlar nam siyasi akımı ehven-ü şer olarak kabul etmiştir. Emirdağ Lahikası’nda geçen; “Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur” ifadesiyle ehven-ü şerri ihtiyar ile siyaset mesleğine karşı muhafaza edilmesi gereken mesafeyi açıkça ifade etmiştir. Büyük dairedeki küçük ve ara sıra üzerimize terettüp eden bu vazifede hiçbir siyasi akım mahz-ı hayır gibi telakki edilemez.

Yine Bediüzzaman Hazretleri “Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var” ifadesi ile “Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünki halisane hizmet-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor” ifadesi maksadımızın izahına kâfidir diye düşünüyorum.

Bediüzzaman talebeleri içinden siyaset mesleği ile hizmeti tercih edenleri de engellememiş ancak “Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir” diyerek İman hizmetin, Risale-i Nurların ve Nur Cemaatinin siyasete bulaştırılmamasını tavsiye etmiştir diyebiliriz.

Maalesef günümüz güncel siyasetinin toplumun kamplaşması ve birlik-beraberlik bağlarına zarar verdiğine hep birlikte şahit oluyoruz. Dini hizmet gruplarının siyasetin kendi doğasında olan iktidar-muhalefet kavgaları içine girmemesi ve taraf(tar) olmaması gerekir. Zira az ve zayıf olan bu hizmet teşekküllerinin imanların kurtarılması gibi mühim ve büyük bir sorumlulukları bulunmakta.

İman hizmetini esas alan cemaat ve tarikatlar ellerindeki hakikatleri toplumun tamamına ve umum insanlığa ulaştırmakla mükellef olduklarını unutmamalılar. Bir esnafın kapısına (iktidar-muhalefet) bir siyasi parti logosu veya ismini yazdığında farklı düşünen müşteriler ondan alışveriş yapmayacağı endişesi ile bundan içtinab ediyorsa ki bu dünyevi bir endişedir!

Ahirete müşteri arayan iman hizmetkârları da dellallığını yaptıkları mücevherat dükkânının kapısına dünyevi ve siyasi bir logo asamaz, asmamaları beklenir. Bu esasa riayet etmeyen teşekküllerde zaman içinde marjinalleşerek toplum genelinde meşruiyeti tartışılan yapılara dönüşmesi kaçınılmazdır.

Toplumun mütehayyir kahir ekseriyetine nur göstermek ve siyaset topuzundan uzak olmak iman hizmetkârlığının muktezası iken dini hizmet teşekküllerinin kendi içlerinde ve birbirleri arasında farklı siyasi mülahazalarla birlik ve beraberliklerine zarar vermeleri, kendilerini siyasi bir kimlikle ifade etmeleri, siyasi farklılıkları iftihar vesilesi gibi kabul etme garabeti tam bir akıl tutulmasıdır diyebiliriz.

Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatı ve eserleriyle müdellel ortaya koyduğu düsturlar böyleyken onu devleti ele geçirme gayesinde hatta devletle savaşıp asayişi ihlal eden, milletin içinde tefrikaya sebep olan örgütlerle aynıymış gibi göstermek zulüm ve haksızlıktır. Bu vehmi kuvvetlendirecek söylem, tavır ve faaliyetler içinde olan hizmet teşekkülleri bilerek veya bilmeyerek bu zulme ve haksızlığa şerik olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.