Tüp kuyruğunda kaç dedikodunun beli kırılıyordu sizin haberiniz var mı? Kim kime kaçmış, kimin oğlu akşam kaçta eve sarhoş gelmiş, filancanın gelini iyi mi çıkmış kötü mü çıkmış biz hep o kuyruklarda öğreniyor sosyalleşiyorduk.

İlaç kuyruğunda herkesin hastalığını dinlemekten kaç kişi doktor çıktı o kuyruklarda biliyor musunuz? Sırtına bıçak saplanır gibi oluyorsa kesin üşüttün demekti mesela! Gerçi tıp çok ilerledi ben hala tüm hastalıkların terleyince geçeceğini falan sanıyorum ama olsun, çok şey kattı o kuyruklar bize...

İtfaiye mahalleye gelir, su kuyruğuna girerdik eş dost akraba görürdük aile bağlarımız güçlendirdi, bu AK Parti bizim aile bağlarımızı bile bozdu. Ben şimdi kuzenin Instagram da dudak büzmeli fotoğrafına maruz kalıyor, Kemal dayımın doblosunun bütün açılardan fotoğrafını görüyorsam hep AK Parti yüzünden. Su kuyruğunda görüp geçiyorduk ne güzel...

Hastaneler öyle büyük değildi yorulmazdık, hem rehin falan kalır paranın kıymetini bilirdik. Şimdi herkes tatilde parayı çar çur ediyor azizim gençlik elden gidiyor. Ne o öyle "deniz kum güneş paylaşımları", hayır o kadar parayı nereden buluyorlar anlamıyorum ki...

Resmen bu AK Parti yüzünden mağduruz.

Yiter yaaa :/

***

Ve geçmişten bugüne bir kaç kelam...

Çocukluğum divanların, yırtık divan örtülerinin, yüklük odası olan bir evde geçti. Sobanın yanmadığı her oda buzul çağı deneyimi sunardı konuklarına.

Kış akşamların da Levent Kırca'nın ucuz esprilerine anne babamız gülüyor diye bizde güler, onların mutluluğu keyiflenmemize yeterdi. İtiraz etmezdik pek...

Yüzü gözü dayaktan mosmor olmuş kakılmışa neden o kadar gülerdik hatırlamıyorum. İşin trajedi kısımı hiç aklımıza gelmez, üzümü yer bağcıyı kimse sorgulamazdı sanırım.

Bir adam bir kadını çalıştırıp, didikliyor; kadının morarmış gözlerine bakıp kahkaha atarken insanın ne kadar da bencil olacağını hiç sorgulamıyorduk.

Sesin muhteşem geldiği ama ekranın hep karıncalı olduğu o dönemler de arada asker, politikacı çıkar konsey olarak, düşünüp taşınarak, hep birlikte ama emir ve komuta içinde "kakılmışa rahat rahat güleceğiniz ortamı biz hazırlıyoruz, merak buyurmayın efendim" der biz onu da sorgulamazdık gerçi...

Murat 124’ler, Murat 131’ler, Kartallar, Tofaşlar, arka camda örme karpuzlar bir yaz günü asfaltlardan gelen kesif zift kokusu ile hayatımızdan, Demirel'ler, Erbakan'lar, Ecevitler'de çıktı gitti...

Kafam kadar nokialar ile askerlerin verdiği balans ayarları, Burhan Altıntop ile kapatma davaları, metal jetonlu ankesörler ile Nisan bildirileri de çıktı gitti hayatımızdan...

"Hayır" demenin özgürlük değil, "ayıp" olduğu coğrafya da yetişince itiraz ettiğimiz her konu için ilk biz özür diledik. Enteresan zamanlardı...

İlk ciddi toplumsal "HAYIR", 15 Temmuz'da gerçekleşti. O günden beri çok özgürüz, çok dinç ve kendimize güveniyoruz.

Sonra aslında bir çok şeye yine "Hayır" diyebilmek için referandum da "EVET" dedik.

Emperyalizme, küresel derecelendirme kuruluşlarına, iç ve dış operasyon ekiplerine son "HAYIR"ı 24 Haziran'da diyeceğiz inşallah.

İtiraz ettikçe güçlenecek baş kaldırdıkça büyüyeceğiz...