Son günlerde dünya gündemine oturan Cemal Kaşıkçı'nın, Türkiye ile Kral Selman (ve ABD tarafından fiilen başa getirilen Prens Selman muhalifleri) arasında arka planda yürütülen muhtemel/örtülü işbirliğinin kilit isimlerden birisi olduğu, ilişkiler ağının detayına indikçe anlaşılıyor.

Şöyle ki;

Suud Kralı Selman'ın iki yıldır içerisinde bulunduğu durum ve son Türkiye açıklaması, kendisinin 2017'den bu yana ABD ile yapılan bazı anlaşmalara mecburiyetten boyun eğdiği/eğdirildiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Özellikle 2016'dan önce Erdoğan ile her daim yakın ilişkiler içerisinde olan Kral Selman, bu ve benzeri tercihlerin/hamlelerin (Halk Bankası üzerinden para transferleri, Rusya'dan S-400 talebi vs.) bedelini, ABD darbesi sonrası kendi tahtında 'sembolik/kafesteki kral' konuma getirilerek ödüyor.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse;

Cemal Kaşıkçı'nın 2017 anayasa darbesi ile veliahtlıktan edilen (Kral Selman'ın yeğeni) Prens Nayif ile oldukça yakın olduğu bilindiği gibi, Prens Nayif'inde (Prens Selman'ın ABD tarafından fiilen başa getirilmesinden hemen sonra) Erdoğan tarafından Türkiye'ye davet edilmiş olması, ilişkiler ağını ve tarafları netleştirmektedir.

Ayrıca yine Prens Nayif'in, Prens Selman yönetimine yönelik bir gazeteye vermiş olduğu röportaj da 'Türkiye'nin bizi ve bölgemizi bu depremden kurtarması şart. Türkiye gerekirse Suudi Arabistan'da darbe yapmalıdır!' açıklamasında bulunması ve bu açıklamadan kısa bir süre sonra Suud Sarayında gerçekleşen meşhur Drone-lu darbe girişimi (bu girişim ile Prens Selman'ın yaralandığı bilinmektedir) Türkiye'nin Suudi Arabistan'da ciddi pozisyon aldığını ve Kutsal toprakları (olması gerektiği üzere) öylesine ABD kontrolüne bırakmayacağını net bir şekilde göstermektedir.

Son(uç) olarak;

Kral Selman'ın bugün ki 'Türkiye ile olan güçlü ilişkilerimize kimse zarar veremez' açıklaması, Cemal Kaşıkçı hadisesi üzerinden Prens Selman'ı (ve ileriye yönelik ABD ablukasını) saf dışı bırakma hamlesi olarak okunabileceği gibi, Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesini de, Erdoğan ile Kral Selman arasında olan 'olası' işbirliği ve buna bağlı girişimlerin deşifre olduğu/edildiği şeklinde de yorumlanabilir.

***

Sorun papazın salınması değil. İçeride bulunduğu 1.5 sene içerisinde alınacak olan kendisinden fazlasıyla alınmıştır -ki- Brunson'un ABD'de ki öneminin sebebi İngiltere iştirakli/çifte ajan olduğu içindi.

Bununla beraber ekonomik krizin Papaz ile alakası da yoktur. Türkiye, 15 Temmuz ve hemen sonrasında başlattığı Fırat Kalkanı (Akdeniz çıkarması) harekatı ile ABD'nin ekonomik ve siyasi ambargosuna çoktan nail olmuştu. Dolayısıyla an itibariyle içerisinde bulunduğumuz ekonomik kriz 15 Temmuz'dan itibaren zaten vardı. Sadece 24 Haziran'a kadar körfezden gelen 'sıcak para' ile zar/zor tutulabildi.

Hülasa 'alım gücümüz şu kadar düştü, ne diye saldın papazı' söylemleri geçersiz nidalardır. Evet, ortada yapılan bir hata var. O'da Erdoğan'ın (her siyasetçinin yaptığı üzere) Papaz hakkında söylemiş olduğu kallavi sözlerin an itibariyle havada kalmış olması ve bunun sonucunda toplumda oluşan hayal kırıklığı. Ancak ekseriyetin göremediği/görmek istemediği realite şudur; ABD nasıl ki 15 Temmuz'un sancısını papazı bahane ederek çıkardıysa, Erdoğan'da bu sancının üzerimizde ki yansımalarını (ekonomik krizi) Brunson üzerinden ekarte etmeye çalışmış, kısacası Papaz mevzusunu aynı şekilde kullanmıştır. Siyaset denilen sahneleme de (beğenirsin, beğenmezsin) zaten tam olarak budur.