ABD-İran ilişkileri uzmanı Virginia Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Christopher J. Ferrero, aksi değerlendirmelere rağmen son zamanlarda ABD’nin İran politikasında belirgin bir değişiklik olmadığını savundu. Daha önce Amerikan Dışişleri Bakanlığı İran masasında danışman kadrosuyla görev yapmış olan Ferrero, ABD’nin temelde İran ile ilişkileri ilerletme konusunda “açık” olduğunu söyledi.

Ferrero, Cihan Haber Ajansı’na yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “ABD’nin İran politikasında temel bir değişiklik olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte Bush yönetimi bir ara İran’da açık bir şekilde rejim değişikliği arzusu içinde olsa da, ABD yönetimlerinin İran konusundaki politikası aslında İran’ın ABD’ye yönelik tutumunun değişmesi temellidir. ABD, uygulamada İran’la ilişkilerin ilerlemesine açıktır.”

İran uzmanı Ferrero, bununla birlikte ABD’de benzersiz bir şekilde yerleşmiş olan “şeytani İran” algısının, ABD’nin İran’ı yakın gelecekte bir ortak, müttefik ya da dost olarak benimsemesine engel teşkil ettiğini söyledi. Benzeri bir yaklaşımın İran’da da olduğunu anlatan Ferrero, “Dolayısıyla iki ülkenin taktiksel düzeyde ortak çıkarlara dönük iş birliği modelinde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Ortak ulusal çıkarlar hem taktiksel hem de istihbarat düzeyinde, iki ülkenin iş birliğine gitmesi konusunda yeterli bir mantıksal zemin sağladı. İki ülkenin de geçmişte Taliban ve Saddam Hüseyin gibi ortak düşmanı vardı. Şimdi de ISIS gibi ortak bir düşmanları var. Bu ortak düşmana karşı iş birliği daha yapısal bir iş birliğine döner mi, izlemek gerek. İki ülkenin de bunu değerlendirmesinin mantıklı olduğunu düşünüyorum.” diye konuştu.

Ferrero, ABD-İran yakınlaşmasının İran’ın hegemonyasıyla sonuçlanabileceği değerlendirmesiyle ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yapıyor: “Hegemonya, ABD-İran yakınlaşmasında yeterince değerlendirilmemiş bir engeldir. İran, körfezdeki diğer ülkelerden farklı olarak bölgede ABD’nin hegemonyasını istemez. Washington da aynı şekilde bölgede kendinden başka bir aktör istemez. Dolayısıyla burada İslam ve liberal demokrasi konusundaki tüm konuşmalara rağmen, fikirler ve ideolojilerle alevlenen jeopolitik bir mücadele de söz konusu olabilir. Burada İran’ın oynayabileceği en makul jeopolitik rol, Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de ve Gazze’de ABD ile koordinasyon halinde daha büyük ve yapıcı rol oynamak olabilir. Elbette İsrail ve Suudi Arabistan’a bu fikri kolay satamazsınız. Nükleer görüşmelerin başarıyla tamamlanması belki bu sürece katkı sağlayabilir.

TEHDİT KONUSU ABARTILI

Dr. Ferrero, iki ülkenin birbirlerini geçmişte tehdit olarak görmelerini ise abartılı buluyor: “İran ve ABD’nin birbirlerine tehdit teşkil ettikleri fikri her iki tarafta da abartılmıştır. Birçok İranlı komplo teoristinin iddia ettiği gibi, CIA’in öyle mistik güçleri yok. 1953 darbesi ve arkasındaki yabancı parmağı, İran’ın korkusunu besledi. Anlaşılır bir şey; ama abartıldığını düşünüyorum. 1979-81 büyükelçilik rehine krizi de Amerika’da duygusal bir yara izi bıraktı. İran diğer taraftan ABD’ye karşı takip, hedef alma ve asimetrik savaş yapılanmasında çok cüretkâr davrandı. İran destek olduğu terör örgütleri yüzünden birçok Amerikalı’nın ve Batılının öldürülmesinde suç ortağı oldu. Ancak İran, El Kaide gibi, ABD’ye karşı hiçbir zaman belirgin bir tehdit teşkil etmedi. İran’ın daha çok Amerikalı siyaset adamlarına yönelik aşağılayıcı açıklamaları, bu tehdit algısının oluşma ölçüsünü belirledi. İran’ın, ABD’nin kendi çıkarlarını dikkate almadığı zamanlarda Amerika’nın, Filistin, Irak ve Afganistan’a barış getirme çabalarını sabote ettiği görüldü.”

İSRAİL, ABD-İRAN ANLAŞMASINI ENGELLEYEMEZ

İki ülke arasında karşılıklı güven oluşması için bir neslin değişmesi gerektiğini söyleyen Ferrero sözlerine şöyle devam ediyor: “Maalesef, iki ülke arasında sağlıklı bir güven ortamının oluşması için bir jenerasyonun geçmesi gerekiyor. Ayetullah Hamaney’in Amerika’ya olan derin güvensizliği devam ediyor ve Washington ile sürdürülen görüşmelerin zaman kaybı olduğu iddiasını bir süre önce tekrarladı. Amerika’daki şahinler de İran’ın asla güvenilmez bir ülke olduğunu iddia ediyor. Nükleer görüşmeler karşılıklı güvenin oluşması için mükemmel bir adım olabilir.”

İsrail’in, ABD ve İran arasındaki görüşmelerde bir anlaşma sağlanması durumunda bunu engelleyebilecek imkânının olmadığını iddia eden Ferrero, “İsrail, İran’ın nükleer kapasitesini kontrol altında tutan bir anlaşmadan mutluluk duyar; ancak İsrail’in neyin kabul edilebilir bir anlaşma olduğu konusundaki standartları mantıksız bir şekilde çok sıkı. Netanyahu hükümeti, İran’ın bağımsız bir zenginleştirme kapasitesi olmasını kabul etmiyor. İsrail yine de ABD’yi olabilecek en sıkı anlaşmayı sağlaması konusunda ikna etmeye çabalıyor. İsrail şikâyet edebilir; ama ABD ve İran bir nükleer anlaşmada uzlaşırlarsa, İsrail’in bunu değiştirme gücü yok.” ifadelerini kullandı.

İRAN İLE İŞ BİRLİĞİ “YAYILMAMALI”

Ancak Ferrero, ABD-İran iş birliğinin başka bölgelere yayılmasını ise riskli buluyor: “Nükleer meselenin ötesinde, ABD ve İran arasındaki iş birliğinin bölgenin diğer alanlarına da yayılması durumunda bu, bölgedeki sorunları daha da işin içinden çıkılmaz hale getirebilir. Trita Parsi’nin 2007 tarihli kitabı İsrail ve İran’ın, bölgesel hegemonya konusunda birbirlerini rakip olarak gördüklerini ortaya koydu. İran’ın Filistinli militanlarla ilişkisi devam ettikçe İsrail, nükleer mesele olsun ya da olmasın, İsrail’e baskı yapmanın yollarını arayacaktır. İsrail, nükleer görüşmelerin işe yarayacağı konusunda şüpheli; ABD ve İran’a şans tanıyor ve ABD’nin sıkı bir pazarlık yapmasını ümit ediyor.”

Amerikalı İran uzmanı Dr. Ferrero, ABD’nin İran’la nükleer bir mutabakata varsa da bölgesel rekabetin devam edeceği görüşünde: “Suudlar da gergin bu konuda. Bir taraftan İran’ın nükleer silahlanmadan arındırılmasını sağlayacak bir anlaşmadan fayda sağlayacaklarını düşünüyorlar, diğer taraftan da İran’la buzların erimesiyle bölgede daha etkin olmasından kaygı duyuyorlar. İran ve Suudi Arabistan Suriye’de karşı taraftaydı. Riyad, İran’ın Şii tahrikçilere; doğu Suudi Arabistan’da, Bahreyn’de ve Yemen’de destek vermesinden korkuyor. Dolayısıyla bölgesel güvenlik için İran’la nükleer görüşmelerin daha geniş bir çerçevede alınmasını önerdim. Nükleer sorun çözülse de bölgesel rekabet devam edecek çünkü.”

İRANLILAR SOVYET DEĞİL ÇİN ÖRNEĞİNE BAKMALI

İran uzmanı Dr. Ferrero, İran rejiminin ABD düşmanlığı üzerine kurulu olmasından ötürü, İranlı muhafazakârların ABD yakınlaşmasının rejimin çözülmesine sebep olacağı kaygısıyla ilgili ise şunları söylüyor: “İran’da muhafazakarların kabusu, nükleer görüşmelerin, Amerikan tehdidine, kabadayılık üzerine kurulu olan rejimin meşruiyetinin sorgulanması, çökmesi ve Batılılaşmasına neden olacağı. Gorbaçov’un Batı’nın düşman olduğu fikrini terk etmesinin ardından, Doğu Avrupa’nın işgal altında tutulması anlamını yitirdi ve çözülme başladı. Amerika’nın düşman olarak terk edilmesi de rejimin varlık sebebini ortadan kaldırabilir. Ancak ben bu görüşe katılmıyorum. İslamcı bir hükümetin meşru olması için illaki anti-Amerikan olması gerekmiyor. Sovyetlerin başına gelen onların da başına gelecek diye birşey yok. İranlı muhafazakârlar, Sovyet örneğine bakacaklarına, Çin örneğine bakmalılar. Mao, ABD ile yakınlaşmayı başardı ve tek parti yönetimi inanılmaz bir ekonomik büyüme kaydetti ve Çin halkının yaşam standartları yükseldi. ABD ve Çin dost değil; ama düşman da değiller. Ticaret yapıyor, ortak çıkarlarda iş birliği yapıyorlar; ama insan hakları konularında birbirlerini hala eleştiriyorlar.”