Erzurum...*

Anadolu’yu kitaplardan değil bizzat gezerek, görerek öğrenmek ve anlamak lazım. Bu konuda Reşat Nuri Güntekin Anadolu Notları, Ahmet Hamdi Tanpınar da Beş Şehir ile mümtaz bir yere sahiptir benim nazarımda.

Birçok yazar Anadolu’yu oturdukları yerden doğru anlatmışlardır. Maalesef onun için gerçekten ne Anadolu’yu anlatabilmişlerdir ve ne de Anadolu insanımızı.

Doğal olarak herkes memleketinin güzelliğini, çeşitli hasletlerini savunur. Fakat Erzurumlular bir başka… Şehirlerini o kadar sahiplenirler ki ona zerre kadar bir toz kondurmazlar, en küçük hakarete bile tahammül edemezler. Hatta bu şehrin ve insanının bir kusuru olsa bile... (Bunu okurken sınıfta bir kız neredeyse ağlayacaktı.)

Bu şehre ilk geldiğimde burayı gerçekten de sevebilmiştim. Daha önce bana anlatılanların yerini gördüklerim pek tutmuyordu. Ne var ki kışını görünce bu fikrimden caydım. Çünkü her taraf gerçekten de buz, kar…

Kar yağdığı zaman insan bir sevinir, romantik bir duruma girerek gezmek, kartopu oynamak ister. Erzurum’da öyle değil ki… İnsan her tarafı bembeyaz görünce ve bu durum devamlı da olunca işin romantik tadı falan hiç kalmıyor.

Bana göre Erzurumluların kazançlarının büyük bir bölümü yakacak parasına gidiyor. Tabii ki bu da ceplerin çok sarsıldığını gösteriyor.

Bir şehir hakkında konuşurken ve yazarken ön yargılardan mümkün mertebe kaçınmak lazım. Gece gördüğünüz şehir ile sabahleyin gördünüz şehir arasında dağlar kadar fark olduğuna dikkat çeker Ahmet Haşim. Bir şehir yazın farklıdır, kışın farklıdır. Bir şehri sevebileceğiniz, ileride belki de hiç unutamayacağınız en azından bir anı vardır.

Erzurum’un geceleri bana “Ayaz Geceler” şarkısını hatırlatır. Tokat yolları taşlı, Erzurum’un yolları buzlu. Fakat ben Tokat yolları gibi Erzurum’un yollarının niçin müziğimize girmediğini çok merak ediyorum.

Cennetin kapıları kadar çoktur bu şehrin kapıları; Gürcükapı, İstanbulkapı, Erzincankapı, Karskapı, Tebrizkapı... Bu isimlerin buralara veriliş sebebi vardır ama ben buralarda bunları ifade eden kapılara veya işaretlerine falan ayan beyan pek rastlayamadım. Sadece isimleri var. Gerçekten şaşılacak bir durum.

Dostlarım, arkadaşlarım bana “Erzurum nasıl?” diye sorduklarında ben hemen “Çok soğuk.” cevabını veriyorum. Ardından şunu ilave ediyorum; “Erzurum cehennemin içindeki bir cennet…” Senenin yarısından fazlasının kış olan bu memleketi Ruslar niçin çok istemişlerdir hâlâ anlayabilmiş değilimdir. Gerçi onlara verilecek bir çakıl taşımız dahi yoktur.

Erzurum’un her yanda cennet pınarları gibi akan buz gibi suları vardır. Bu yüzden İstanbul’un sucularını aratır Erzurum. Çünkü oranın sucuları burada batar. Şoförleri de biraz delidir. Arabayı üstünüze üstünüze sürüverirler. Onlar için trafik kuralları, lambalarda da yeşil ışık yoktur.

Karadenizliler ticaretlerine el atmış, öğrenciye hâla ısınamamış, onlar ve asker olmasa ekonomilerinin batacağına asla inanmayan Erzurum!.. Tanpınar Beş Şehir’de beni haklı çıkartır bu konuda.

Bir zamanlar ticaret ve kervan merkeziymiş Erzurum. Şehirde ticari bir canlılık varmış. Kamyonlar vs. çıkınca adam bir rakı şişesi de alıyor tamam. Anlayacağınız ticaret ölmüş. Aynı şeyin ben öğrenci ve asker olmasa yine başlarına geleceğine eminim.

İklim insanların her şeyine yansımış fakat mutlu insanların bulunduğu Erzurum (Gerçi mizaç olarak biraz kaba ve serttirler). Yatırımlarını Erzurum’a değil de Nene Hatun’dan izin almadan bu şehrin dışında yapan, buraları unutan veya ihmal eden ve bu nedenle de Nene Hatun’u kızdıran Erzurumlu... Aslında kendileri burayı sevmeyip de buradan gitmek isteyen öğrencilere çok kızarlar ama kendileri bile kırk yaşından sonra kaçarlar bu şehirden.

Para babası Taş Mağazalar, Oltu Taşı, Çifte Minare, Erzurum Kalesi, Cumhuriyet Caddesi, Üç Kümbetler, Dolma Kadayıf Erzurum’un simgesi... Sokaklarında gezen at arabaları ve hatta kızaklarıyla sizlere nostaljik bir görünüm arz eden Erzurum...

Doğunun en modern şehri, sesi ve kalesi… Ki onlar olmasaydı bu vatan topraklarında olmamız çok zor olurdu. Bu şehre çok millet sahip olmuş, onun için de başlı başına koca bir tarihtir Erzurum...

Öğrenciyi burada yaşamaktan korkutan fakat onu sonradan şefkatli bir anne gibi kucaklayan ve bağrına basan bir Erzurum...

Benim gibilerin çok soğuk bir diyar olarak şartlandıkları fakat sonraları abartılacak kadar soğuk olmadığını göreceklerini söyleyebileceğim Erzurum... Fakat yine de damlardan sarkan iki metre boyundaki buzlarla, bazen de çok soğuk günleriyle Evliya Çelebi’yi haklı çıkartan Erzurum. Bıyıklarınız varsa bu soğukta donabilir. Bana sorarsanız bıyıklarımın en güzel geldiği an da bu anlardır. Yürürken soğuğun sesini duyarsınız ayak parmaklarınızın uçlarında. Aldığınız nefesin buharı, içinize çekebildiğiniz sigaranın dumanı havada donuyor sanki.

Buzlar üstünde yürürken kaymak özellikle bayanlar için çok kötü bir şey olsa gerek. Onun için böyle durumlarda yardım duygularının kabararak canlandığı, somutlaştığı ve bu nedenle de insanı bu yönleriyle duygulandıran Erzurumlu...

Çöllerde kumlar, Erzurum’da buzlar ve karlar vardır. Güneş çöllerde kumlara vurdukça kumlar gözlerinizi nasıl kamaştırırsa buz ve karlar da öyle yapıverir gözlerinizi, bazen de bakamaz olursunuz onlara. Işığı yansıtırlar ama Boğaz’a yansıyan ışıklar kadar kıymeti yoktur bu yansımaların.

Bu sene fena soğuk oldu. Erzurumluların bile bu kadar soğuğun ne zamandır olmadığını dile getirişlerini hatırlarım. Galiba bunda soğuktan nefret etmemiz de etkili oldu. Eriyen sular buzları eritirken ben de erimeyenleri nefretle eriyenlere karışıncaya kadar ayağımın altıyla kırdığım çok olmuştur.

Karlar ve buzlar eriyince altından gerçekten insanı hayrette bırakan çok farklı bir güzellikte bir şehir çıkıyor ortaya. Bu sefer de her tarafta çamur, su… Yollar bile kar ve suyun ağırlığını taşıyamamış, göçmüş, çatlamış…

Tanpınar “Yazın geldiğini çadırlardan, kışın geldiğini de kürkçülerin bağrışlarından anlaşılır.” der. Bu durum her ne kadar bu gün için geçerli olmasa da ben kışın geldiğini hiç kar görmeyen çocukların ailelerine telefonla haber vermelerini duyarken, yazın geldiğini de kızların giyimlerinden anlarım. Tabii burada vitrinlerde yerini alan ayakkabı ve giyim eşyalarını da unutmamak gerek.

Doğunun çilekeşi “Dadaş, Dadaş’ı gözünden tanır.” Sözüyle somutlaştırdığı Erzurum. Karadeniz, Azeri ve doğu bölgemizin şivelerinin kaynaştığı ve böylece tipik fakat munis, insanların hoşuna giden bir konuşma tarzının oluştuğu esprili Erzurumlu...

Ben buranın konuşma tarzını çok sevdiğim için çoğu zaman onların beğendiğim konuşmalarından tekrarlar yaparım. Daha doğrusu her bulunduğum bölgenin konuşma tarzını benimserim. Bir gün memlekete tatile gittiğimde radyo tamircisi arkadaşım beni bu yüzden yadırgamıştı. Hatta bana şaka yollu “Seni bizim memleketten atmak lazım.” demişti. Sınıftaki bir arkadaşım, onlar gibi konuştuğuma da inanamamıştı.

Ağaçlık bölgelerinin fazla olmaması üzücü, yaprakların dökülmesi ve bazen insanın ümitlerini yıkan sonbaharının olması ve bu özelliğinin de insanlara romantik anlar yaşatması ve hatta bazılarını bu yüzden iyi bir şair yapabilecek Erzurum...

Rüzgârı, insanı sonbaharda yerden yere vuran ve bu yüzden Muhan Bey’in tavsiyelerini her zaman hatırlatan Erzurum. Büyük insanlarının mevsimin paralelliği doğrultusunda ortaya çıktığı Erzurum; Şair Nefi, İbrahim Hakkı, Nurullah Genç…

Erzurum’da âşık kahveleri hâlâ mevcut. En meşhur âşıklardan Reyhani “Biz ailecek böyleyiz.” der. Hatta Tanpınar, Tebrizkapı’daki Aynalı Kahve’yi anlatamadan geçemez Beş Şehir’de.

Erzurum’da dikkatimi çeken bir nokta da babalarını çok olması; Hasbaba, Hacıbaba… Tebrizkapı’da bu tür babalardan birini türbesi bile var; Habibbaba.

Erzurum rakım olarak çok yüksek bir şehir. Şehir, dağlarla kuşatılmış ama dağların zirvesinde kurulu. Palandöken’in yeri apayrı. Başı devamlı bembeyaz bir örtüyle örtülüdür onun. Tanpınar’a, Necip Fazıl’a ilham kaynağı olmuştur bu dağ. Bu gün önemli kayak ve turizm merkezlerinden biri. Yaz mevsiminin en sıcak anında hasta olan babasının kar istediğini ve Palandöken’de bulup onu babasına getirdiklerini anlatmıştı bir hocamız.

Dört yıl kaldığım bu şehirde Palandöken’e çıkma fırsatım hiç olmadı. Bu yüzden içimde bir burukluk vardır. Abdurrahman Gazi’nin türbesine de bir hocamızın sayesinde çıktığım için ona çok müteşekkirim. Dağları yönüyle bu şehir, bana Zonguldak’ı hatırlatır ama Zonguldak’ın yeri daha farklıdır benim nazarımda. Çünkü o, merdivenler şehridir adeta.

Şu acı bir gerçektir; devlet memurlarının büyük çoğunluğu işlerinden kaytarır ve vatandaşlarla ilgilenmezler, onlara zorluk çıkartmaktan geri kalmazlar. Ben böyle bir şeyin Erzurum’da olacağına ihtimal vermezdim ama âlâsını görünce bu düşüncemde hayal kırıklığına uğradım.

Taşmağazalar’ın tam karşısında kapısı kilitli bir kale vardır. Buranın kapısı niçin kilitlidir anlayabilmiş değilim. Hülasa memleketimizin her yerinde ata yadigârlarına gereken hassasiyet gösterilmiyor. Çifte Minareli Medrese’yi ancak iki yıl sonra gezme fırsatım oldu. Bu haliyle ona da mükemmel korunmuş demek gerçekten de çok zor.

Bu şehirde içki tüketimi de oldukça fazladır. Böyle serseri tipli gençler çok. Bunları şehrin her yerinde görmeniz mümkündür. Hatta bu konuda küçücük çocuklardan bile korkulur bu şehirde. Ama ben Erzurum gibi muhafazakâr bir şehirde böyle tarihi yerlerde içki tüketilmesine gerçekten şaşırdım. Demek ki burası da dejenere olmuş. Bu yönüyle bana Kâğıthane, Zeytinburnu taraflarını hatırlatır.

Bir şehirde kültür; iklim, doğa şartları, yaygın olarak bulunan malzemeler dil kadar etkilidir. Buranın toprağı harç gibi kullanılma özelliğine sahip. İspir’in Tanzut, Ortaköy, Tabsur köylerine gidince buraları gezme ve görme imkânı buldum. Topraktan evleri görünce hem garipsedim ve hem de çok şaşırdım.

Buralarda öyle güzel bir ev falan görmeniz mümkün değildir. En lüks diyebileceğim bina köyün okulu ve camisidir buralarda. Gerçekten fakir insanları olduğu gibi cimri olanlar da bir hayli fazladır buralarda. Adamın köyünün haricinde İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da daireleri veya evi olmasına rağmen bu kahırlı hayatı niçin çektiğine bir anlam veremezsiniz.

Bu köylülerden birine bunun sebebini sorduğumda bana “Herkesin memleketi, kendisine Bağdat görünür evlat!” demişti. “Biz bu hayata, bu topraklarda yaşamaya alıştık. Biz buraları terk edemeyiz.” diye ilave etmişti ardından. Bir yerde haklıydı ama ben “Bu kadar da olmaz.” demiştim içimden.

Bu şehirde enteresan bir şey de bu büyük şehre yakışır sebze ve meyve pazarının olmaması. Aracılar, köylünün elindeki malı çok ucuza vuruyorlar. Yağmur yağdığı an, domatesin fiyatının hemen yükselmesine de çok şaşırmışımdır burada.

Erzurum’da ramazanı biraz garip buldum. Artık bu, herkesin oruç tutmasından mıdır yoksa soğuktan mıdır bilemiyorum. Ramazan havasını yakalayamadım burada. Bu yönüyle İstanbul’u arattı bana.

13 Mart 1992’de Cuma günü akşam teravih namazı kılarken deprem olmuştu. Namaz bittiğinde ben depremin olup olmadığından emin olabilmek için arkadaşlara sorduğunda “Deprem oldu.” cevabını aldım. Ben rahatsız olduğum için tansiyonum düştü zannetmiştim. Onun için ayaklarımı direyerek sağlam basmaya çalışmıştım. Meğer depremmiş.

Erzincan’ın durumu, bizi gerçekten çok sarsmıştı. Memlekete tatile giderken Erzincan’ın o viraneliğine şahit olma imkânım olmuştu. Hayatımda bir depremin izlerine ilk kez rastlamıştım. Evlerin önündeki duvarların aynı şekilde toprağa geçmesine ise çok şaşırmıştım.

Erzurum’da sonraki yıllarda günde on kez sallandığımı bilirim. Hatta bunlara alıştığımızdan mıdır nedir, çoğunu hissetmediğimiz ya da başkalarından duyduğumuz da olmuştur.

Son senemdeki depremi hiç unutamıyorum. Sabahın daha ilk ışıklarındaki sallantıyı ben duyamadım ilk önce. Fakat alttaki arkadaşım bir sallantı duymuş ama benim ayaklarımı sallayıp sallamadığımı sordu bana. Ben sallamadığımı söyleyince “Deprem oluyor!” diye birden yataktan fırlamıştı. Arkasından bir artçı sarsıntı daha olmuştu.

O ses… Pencerenin duvarından ranzaya, ranzadan da dolaplara doğru giden bir sallantı, hem depremin ve hem de bunların çıkardığı ürkütücü bir ses… Bu seslere bir de dışarıya kaçışanlarınki karışınca… Onun için hep hayırlısıyla buradan mezun olup gidelim diye düşünmüşümdür her zaman.

Erzurum tarihtir... Erzurum Türkiye’nin çatısıdır. Erzurum, cehennemin içindeki cennettir.