Ünlü filozof Diderot üç kuruşa muhtaç olmuş namerde el açacak duruma gelmiş çok çok eski zamanlarda. Bunu duyan bilimin dostu düşenin anası Rus imparatoriçesi Katerina aslında Fransız olan Diderot'a kol kanat germiş. Çok kral bir hareketle "Gel aslanım bu 25 yıllık peşin maaşın kütüphaneni de satın alıyorum bundan sonra bir elin yağda bir elin balda devrile devrile bilim yap" demiş.

Açlıktan nefesi kokup utanınca naneli sakız bile alacak gücü olmayan Diderot, bu kadar para karşısında dengesini kaybetmiş. Normalde insan gider bir ev, bir at, bir tarla alır ya da hiç olmadı kendine yemek ısmarlar ama dengesiz Diderot gitmiş kendine sabahlık almış. Akrabaları laf etmeye başlamış "iyice dengeyi kaybetti bu hem üstünde ipek sabahlık ile geziyor hem bir harabede yaşıyor" falan demeye başlamışlar. Bunu duyan Diderot "desinler locasının" tepkilerine daha fazla direnememiş ve lacivert sabahlığını açar diye gitmiş önce turuncu çalışma masası almış. Sonra gitmiş koltuğu sabahlığa uydurmuş, bakmış koltuk ve masa uyuyor ama avizeler eski, onları da değiştirmiş.

Tabakları Kütahya seramikten, mobilyayı maskodan falan alayım derken işin içinden çıkamadığını elinde avucunda bir şey kalmadığını hatta borçlandığını fark edip "olm manyak mısın napıyon sen" demiş kendine.

Sonra oturup "eski sabahlığım için pişmanlık" diye bir yazı yazıyor bu arkadaş.

Hıh işte o "olm manyak mısın nabıyon sen" sorusuna bulduğu cevaba "Diderot etkisi" deniyor bilim yapan arkadaşlar arasında.

Eski sabahlığının efendisi yeni sabahlığının kölesi olduğuna karar veren Diderot toplumu bu konuda aydınlatacak çalışmalar yapıyor.

Bundan bir kaç yıl önce ben de Diderot'tan daha beter durumdaydım. İndirim görünce elim ayağım titriyor, sırf normal fiyatından beş lira ucuz diye aynı tişörtün başka renklerinden alıp stok yapıyordum. Pantolonum ayakkabıma, gözlüğüm çantama uymalıydı falan, çıldırmıştım.

Sonra bir gün taşınmam gerekti. Yardım edecek kimsem yoktu o kadar gereksiz şeyi eve stoklamıştım ki günlerce işten gelince sabaha kadar koli yaptığımı hatırlıyorum. O gün bu işin böyle gitmemesi gerektiğini anladım. "napıyon kızım sen" diye aydınlandığım an o andır benimde. Gerçi ben Diderot gibi oturup "eski ayakkabım" için yazı yazmadım ama, kolileri yerleştirirken de günlerce uğraşınca bol ağıt yaktım umarım bilim dünyası benim de bu ağıtımı değerlendirmeye alır.

O dönem İstanbul'da kalıyordum, belediyenin beyaz masasını arayınca gelip fazla eşyaları aldıklarını öğrendim. Bu eşyaları alıp götürüp geri dönüşüm yöntemi ile ihtiyacı olan ailelere dağıtıyorlardı. Ona yakın koliyi hık demeden geldiler aldılar götürdüler saolsunlar. Resmen genişlediğimi hissetmeye başladım.

Ne kadar çok eşyanın kölesi olduğumu onlar gidince fark ettim...

Şimdi bazı yeni gelin evlerine gidiyoruz ister istemez. Yemek odası takımı almış odaya zor sığdırmış, kalkıp mutfağa geçerken diğerinin oturmasını bekliyorsun rahat gitmek için. Eşyalar üstüne devrilecek gibi duruyor. Mutfağa gidip bardak almak istesen dolaptan, en kuytular bile tabak çanak doldurulmuş sunum çılgınlıkları için. Ayakkabı dolabını açıyorsun ayakkabını alıp gideceksin kırk çeşit terlik, ayakkabı üstüne düşüyor insanın.

İhtiyaç ile arzu edilen arasındaki o dengeyi kuramıyoruz. Eşyalar efendimiz olmuş ya onlara sahip olmak ya onları muhafaza etmek için ömrümüzü tüketiyoruz.