Bana çocukluğunun en unutulmaz karakteri kimdi diye sorsalar hiç sekmeden "Oktay Abi derim". Bizi korur kollar, susasak su verir, düşsek kaldırır, ağlasak yardım ederdi. Mahallenin Oktay abisiydi o.

O gün bir düğünün akşam olmuş halinde cepleri dolu geldi yanımıza. Cebinden çıkardığı leblebileri avuçlarımıza tek tek boşalttı. En son kişiye verecekken cebinde kalan son leblebileri "artık iyi biri olmak istemiyorum" dedi. Sonra elimizdeki tüm leblebileri toplayıp gitti oradan.

Oktay abi artık iyi biri olmayacaktı...

Hayat metinlerde olduğu gibi durup düşünerek ilerlemez, hele çocuksanız durup düşünmek için vaktiniz hiç olmaz. O zaman da öyle oldu, Oktay abi artık neden iyi biri olmayacak kimse kafa yormadı meseleye, aklımız alamadığımız leblebilerde kaldı.

Sahi insan neden ve hangi sınırdan sonra iyi biri olmamaya karar verir? İlk aklına gelen insanın suistimal edildiği için, artık kırgınlık ve tepki olarak bunu yapıyor oluşu gelir. İyi (!) kişiye göre dünya çok kötü bir yerdir ve içinde olan kimse onun iyiliğini hak etmiyordur.

Ama bu içinde bir kibri barındırmıyor mu?

Çünkü kimse bir başkası için iyi olmaz daha doğrusu olmamalı. Çünkü iyi biri olmak "ben nasıl biri olmalıyım" sorusuna verdiğimiz cevaptır, "onlar kim, ne yaptılar" sorusuna bulduğumuz cevaplar değildir iyi olmak.

Oktay abi iyiliği yıllarca kendini ispat etmek, toplumda bir yer edinmek ve takdir görmek için kullanmıştı. "artık iyi biri olmayacağım" dediği an kendini ifşa ettiği andı aslında. Kendinin kim olduğu sorusuna başkalarının ne yaptığı üzerinden cevap veriyordu.

Sahi aramızda Oktay abi kadar cesurca iki yüzlülüğünü ifşa edecek var mı? Eğer hepimiz çok güzel iyi insanlarsak, gerçekten ölene kadar devam eden bir hal için de mi yoksa Oktay abinin içmeyi bıraktığı bir iksir olduğuna nasıl karar vereceğiz? Ya o gerçeği genç yaşta fark edip kendine iki yüzlü olmayı bıraktığı anda gerçek iyi olmaya doğru yol aldıysa?

İslâm'a göre bir şeyin hakikati o şeyi hakikat yapan şeydir diye tarif edilir. Yani bir masayı masa yapan şey üzerinde yemek yemek, ders çalışmak onu aslına uygun kullanmaktır. Yani masayı hiç kullanmıyorsan onun adı artık masa olmaz, tabure olur mesela.

Peki iyi olmanın hakikati nedir? İyilik yapmak ve mutlaka iyi bilinmek mi? Kendinin iyi mazlum ve mutlaka haksızlığa uğradığını düşünmek midir iyi olmak? Yoksa tüm takındığımız o iki yüzlü zırhı çıkarıp üryan kalmak mıdır?

Fakir kaldığınız zaman da iyi biri olmayı başarabiliyorsanız, size iftira atan birinin yardımına "amasız" koşabiliyorsanız, bir kadına cinsiyetinden dolayı değil insan olduğu için yardımcı olabiliyorsanız gerçekten iyi bir insanız demektir.

"Ama o bana şunu yapmıştı", "o kürt", "o mülteci", "o zamanında bana şunu demişti" gibi şartlara bağlıysa yaptığınız iyilik, siz iyi biri değil iyi biri gibi olmayı maske edinmiş iki yüzlüsünüz üzgünüm.

Gelinler kaynanalarına eşinden dolayı kibar davranıyor, patronlar işçilerinin haklarını kendi işleri düzgün ilerlesin diye veriyor, siyasîler gelecek seçimlerin hatırına halka hizmet ediyor, öğretmenler işlerini milli eğitimden korktuğu için düzgün yapıyor, komşu komşunun külüne muhtaç olacak diye birbirine sabrediyorsa orada bir iyiliğin varlığından söz edemeyiz.

Oktay abide öyle yaptı zaten, sonra mahalleden taşındı iyi olmaya karar verip vermemesi ile alakası var mıydı bilmiyorum hapise girdi diye duyduk, geçenlerde bir camide abdest alırken gördüm onu. Abdest aldıktan sonra bir kediyi kucakladı, simit alıp önüne ufalayıp koydu. Yalancı iyilikten sıyrılmış, sonra üryan kalmış sonra çok kötü olmuş sonra gerçekten iyi biri olmaya çalışıyordu.

Ya da ben öyle olsun istedim bilmiyorum...