Farzedelim ki Laikler, istedikleri gibi bir anayasa yaptılar. Şöyle rahatlıkla fırlatılabilecek cinsten minik bir kitapçıktan oluşan bir anayasa...

Bu anayasanın ondördüncü veya onbeşinci sayfasında, ceza kanunlarına atıfta bile bulunmadan şöyle bir madde yer alsın: "Mürteci olmak, mürtecilere sempati duymak ve ailelerin buna destek vermesinin cezası ölümdür." Farzedelim ki bu hükümler 49. maddede olsun.

Hemen yadırgamayın...

Titrek sesli, şair ruhlu başbakanın, konuşmasının girizgah peşrevi olan şu cümleler arasıra canlanır gözlerimde: "Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük düşmanı olan irtica ile mücadelemiz..."

Vel hasıl... Yukarıdaki anayasa maddesi hiç de abartı sayılmaz. Devletin bir numaralı düşmanı, asılmasın da beslensin mi?

Düşünün ki, çocuk namaz kılıyor. Aile bunu saklıyor. Arasıra da cemaatle kılmaya başlıyorlar. Ve diyelim ki, çok kıskanç bir komşuları var... Şikayet ediyor. Aile boyu idam.

Öyle çok afaki bir diktatörlükten bahsetmiyorum. Tanımadık bir yer değil burası.

Gerçi biz diktatör deyince down sendromlu çocukları sarayda ağırlayıp hava atan, köylünün fakir sofrasına çöküp onların bayat ekmeklerini götüren, kameralar önünde Kuran okuyan, küçük bebekleri ana babasından kıskanıp kucağına alan veya ne bileyim milletin dolduruşa geldikçe hakaret etemsine susan bir karakter düşünüyoruz... Üstelik girdiği her seçimi kazanmasına rağmen her hakareti ve sövgüyü bile hakaretsiz ve sövgüsüz bırakan bir lider düşünüyoruz. Bu diktatöre herkes hakaret eder. Ama, diktatörün hakaret etmesi yasak...

Belki geçmişte bizim ülkemizde çok acılar yaşadık ama bu derece yaşamadık...

Suriye'de Müslümanlar bunu yaşadı. Çölün atları islam oldu, rüzgaz islam oldu ve kumlar islam oldu ama cetvelle çizilen sınırın ötesindeki bu insanlara Müslüman olmak yasaktı.

Bazı insanlar yargılanmaya bile gerek duyulmadan, suikastlar yapılarak sokak ortasında infaz edildi. Kayıp ailelerin hesabı ise hiç bir zaman verilmedi.

Sadece 1980 yılında bombalanan şehirlerin, hapishanede infaz edilenlerin ve okula doldurulup bina ile beraber yakılanların sayısı on binleri buluyor.

1982 yılında Hama katliamında 40 bin kişi... Sessizlik lütfen.

Müslümanları öldürme meşruiyeti sağlayan 49. madde orada hep durdu...

Şimdi de ölen Müslümanların sayısı 500 binlere dayandı.

Şimdi tartışanları duyuyor ve okuyorum. Doğu Guta'daki kimyasal saldırıyı başkası yapmışmış. Ne farkeder ki...

Müteakiben bazıları, bombalanan Esed'i masum ve acınacak biri gibi göstermeye çalışıyor.

Suriye mazlum coğrafyasının neredeyse her yerinde var olan İHH'nın başkanı "çok az doğru yerin vurulduğunu" söylüyor.

Öncelikle bu bombalamalarda katiller ve Esed de ölmedikçe, ABD ve diğerlerinin ciddi olduklarına da inanmıyorum.

Bizim zamanında istediğimiz yerleri bombaladılar. Dolu veya boş... Bunu birazcık biliyoruz da, niye şimdi?

Çünkü, Rusya ile yaklaşmış olmamız, bu kibirli devletler tarafından asla hoş görülmüyor. Meselenin özü budur.

Mahallenin şımarık çocuğu tokatlanmıştır. Ha tinerci çocuklar tokatlaşmış, ha oyun arkadaşları tokatlamış ha amcası tokatlamış, ha babası... Farketmez.

Suriye'de artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. 49. madde de eskisi gibi olmayacaktır.

"Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez."

Zalim kim olursa olsun, zulüm kimden gelirse gelsin, Müslüman olarak hepsinin karşısındayız, karşısında olmalıyız.

Selam ve dua ile.