Owen Wilson'un bir filminde söylediği gibi savunduğun fikrin sonuna izm ekle ve kendi akımını oluştur. Ben de yeni bir akımı gün yüzüne çıkartmak isterim. Aslında içimizden çoğunun bu akımın içinde olduğu gerçeği var ortada fakat çoğu bunun farkında bile değil.



    Sakın yaratıcının varlığını inkâr eden, dünyanın iyilik ve kötülüklerden oluştuğunu savunan Maniheizm ya da evreni idare eden tek bir yaratıcının olduğu Monoteizm ile karıştırmayın. Sözlük anlamını Google amcam bile bilmiyor o kadar orijinal bir akım. Hakkında bahsettiğim akım Manitaizm: Hayatın sevgilisiz çekilemeyeceğini düşünen, manita yapmak için her türlü abazalığa düşen ve hatun bulduğunda parmakları aşınana kadar mesajlaşan, beş cümlesinden ikisinde ‘’canım, hayatım, aşkım ….’’ gibi kelimeleri kullanan ve bir nevi telefonla bütünleşerek asalak hayatı yaşayan manitaist insanları araştırmak ile uğraşan bir bilim dalı. Güzel salladım ama inanıyorum ki böyle bir bilim dalı açılacak ve sadece bu insanları anlamak için saatlerini harcayıp araştırma yapacaklar. Kim bilir...



    Manitaizm diye bir akım olmasa da manitaist insanların olduğu kesin. Soyları da tükenmez. Türünün tek örneğidirler. Manitaist insanları, nerede olursa olsun bir bakışta hemen anlayabilirsiniz. Hemen kendilerini ele verirler.


 

  • Metrobüste, akraba olabilecek kadar sıkışık bir ortamda birbirlerine deli gibi sarılırlar.
  • El ele tutuşup ortalıkta dolaşırlar.
  • Gözlerinin içine düşerler.


Onlara sorsan:

  • Gerekirse aşkları için ölürler.
  • Her dakika birbirlerini düşünürler.
  • Niyetleri her zaman ciddidir. Geleceğe dair pembe hayaller kurarlar.
  • Aşırı sadıktırlar.
  • O kadar kafayı bozmuşlardır ki Dünya’nın manitasının ekseni etrafında döndüğünü düşünürler.

 


    Ama nedense ilişkilerini üç aydan fazla sürdüremezler. Sebebini sorsak gitmedi veya sürdüremedik derler. Neden devam edemediniz? Cevabı onlar da bilmiyor.



       Niyeti bu kadar ciddi olan arkadaşlarımız neden üç ayda ayrılıyorlar? İlişkilerinin ikinci ayında yüzük takan arkadaşım bile oldu. Hala konuşurum kendisiyle.



-Kanka hatunla aran nasıl?

-Aga olmadı bee. Bizim için ayrılmak en iyisi. Zaten o kadar da sevmiyorduk birbirimizi.

-EE sen hani ölüp bitiyordun bu kıza? Hani onsuz bir hiçtin?

-……

  

       Üç hafta sonra ayrılık şokunu atlatmış bir arkadaş gördüm karşımda. Hatta bir öncekine taktığı yüzüğü yenisine takmış.



-Kanka hayat nasıl gidiyor?

-Olum yeni bir çıktığım var ama bu seferki ciddi. Ona karşı değişik duygular besliyorum.

- devam et kardeşim, bakalım bu seferki kaç ay sürecek?



    Psikoloji veya sosyoloji dalında uzmanlık yapmışlığım yok. Hatta sıradan bir üniversite öğrencisiyim. Bu yüzden fikirlerimi ne kadar dikkate alırsınız bilmem ama ister inanın ister inanmayın sebep bir nevi ortada. İnsanlar birbirlerini fırsat veya takılmalık olarak görüyorlar. İlişkinin kutsallığını çiğneyip atıyorlar. Sigara misali gibi… İhtiyacını gidermek için bir tane içer atarsın. Sonra içesin geldiğinde başka bir tane daha yakar içersin. Onun sana zarar verdiğini bile bile içersin. Yavaş yavaş yakarsın duygu ve hislerini ta ki bomboş kütük gibi bir şeye dönüşene kadar. Ben bu olaylara tabi ki karşı değilim ama sadece her şeyin bir usulü var. Ona göre hareket etmek gerek. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed: "Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim’’ (Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl / 6527) diye bize yol gösterici olmuş. Ama evlilik gibi kutsal bir olayı bu kadar ayaklar altına almanın bir manası yok.



         Her şeyi geçtim kiminle takılırsa takılsın umurumda değil ama bu arkadaşımız evlendiği zaman ne olacak? Artist artist çıkıp herkesin içinde bir ömrü paylaşmaya evet derler ama o ömrün beş yıl kadar olması bir hayli üzücü. TÜİK verilerine göre Türkiye’de evlenip te boşanan çiftlerin %40,2 si beş yıl içinde boşanmış. Ne kadar ciddi bir rakam… Ama sıkıntı şu ki bu arkadaşımız, gençliğine on küsur şahsı sıkıştırabilmiş bir yetenek, ömrünü nasıl bir insanla paylaşabilecek? Eşinin suratına baktığında veya elini tuttuğunda aklına uzun boylu, sarışın Yeliz veya kumral, mavi gözlü Seda geldiğinde vicdanı (tabii kaldıysa eğer) onu nasıl rahat bırakabilecek? Olayın büyüsü burada bozuluyor işte. Evliliğini de;  o kısa ömürlü, değersiz ilişkilerinden ayırt edemiyor ve o gözle bakıyor olaya. Doğal olarak ta ister istemez evliliğinden sıkılmaya başlıyor arkadaşımız. Boşanmalar da beraberinde geliyor. Hele bazen arada çocuk da oluyor. Yazık. Anne-babanın ayrı olduğu bir dünya ile tanışarak büyüyen bir çocuk…



        Bu konu hakkında on sayfa yazsam da insanların yazdıklarıma çok ehemmiyet göstereceğini düşünmüyorum. Yüz en derece dönüp başka bir insana dönüşmelerini de beklemiyorum. En azından insanların rahatsız olup kendilerini sorgulaması bile benim için kâfidir. Vesselam...