Düşünsenize çok zengin bir ailede büyümüş, bir dediğiniz iki edilmemiş, ailenin tüm serveti size kalmak üzereyken kendinizi sokakta, cinayet suçundan aranan kanun kaçağı olarak buluyorsunuz. Bir gün önce kocaman bir sofrada otururken, bir gün sonra sokakta bir dilim ekmeğe muhtaç oluyorsunuz. Açıyorsunuz ellerinizi "Rabbim! Bana ne verirsen tarafından, kabul ediyorum (kasas:24)" diyorsunuz, Musa oluyorsunuz...

Durumunuz tam öyleyken önüne gelen makarna için "yok ben rejimdeyim salata yok mu" dediğinizi, ya da işsizseniz "ben çok yetenekliyim, bu iş bana göre değil bana lâyık bir iş olmayacaksa kalsın" dediğinizi düşünsenize..

Hz. Musa öyle yapmıyor. Tam bir teslimiyet ile "ne versen kabülüm" diyebiliyor...

Düşünsenize her tarafınız yara içinde, hastalığınıza bir çare bulunamıyor. Kurtlar sarmış yaralarınızı, acılar içinde kıvranıyorsunuz. Açıyorsunuz ellerinizi "zarar bana dokundu sen ise merhametlilerin en merhametlisisin (enbiya 83)" diyorsunuz, şifanın kendiniz hakkında hayırlı olup olmadığını bilmiyor bu yüzden tam bir teslimiyet ile ona yöneliyor, Eyyub oluyorsunuz...

Kuranda 20 küsur peygamberin hayatlarından kesitler anlatılır. Kimi balığın midesinde, kimi putların arasında, kimi kocaman dalgaların tam ortasında, kimi ateşin içinde, kimi zindanda tasvir edilir.

Hayatlarına dair ayrıntıları vermez Kur'an. Kim nedir, nasıl biridir çok bilmeyiz. Yani sabah kalkınca ilk ne yapar, sinirlenince yüzü neye benzer, elinin şekli, saçının rengi nedir anlatmaz gerek duymaz buna...

Ama istisnasız her peygamberin nasıl dua ettiğinin örneği Kuran'da vardır.

Çünkü "duanız yoksa ne ehemmiyetiniz var" diye çok keskin hatlar ile bulunduğumuz yer, had sınırımız belirlenmiş, varlık sebebimiz adeta "dua" etmek olarak nitelendirilmiştir.

"Dua nedir?" sorusuna cevap aramadan önce bana göre "dua ne değildir?" sorusunun cevabını bulmamız gerekiyor.

Biz duayı, dua etmeyi tavuklu yerine etli hamburger tercih etme özgürlüğü, internetten aldığımız eteğin rengine karar verebilme yetisi ya da zapinglediğimiz kanalın istediğimiz yerinde durabilme iradesi zannediyoruz.

Oysa dua etmenin sadece sonsuz bir kudrete teslim olurken bunu kalben ve dil ile ikrar etmek olduğunu anladığımız zaman, ne kabul edilmemiş dualarımıza küser ne kabul edilmiş kaderimize isyan ederiz.

***

Hastanede beklerken bir aile dokuz yaşındaki kızlarının vefat haberini aldı, lösemiymiş çocuk.

Annesi çarşaflı bir hanımdı, sessiz sessiz ağladığını görünce yanına gittim. "Allah'ın takdiri, üzülme demek teselli olmaz ama..." gibi saçma sapan bi şeyler geveledim.

Sessiz sessiz ağlıyordu, ne bir taşkınlık ne isyan hiç bir fazlalık yoktu hareketlerinde. Nemli gözlerle baktı: "Ondan gelene boynum bükük bacım ama anneyim işte engel olamıyorum" dedi.

Üstüne giydiği elbise değil iman zırhıydı, iman sanki vücut bulmuş, yürüyor gibiydi.