Hak ve hakikatin müdafaasında taktik bir tavra ihtiyaç olabilir. Büyük bir tehlikeyi deffetmeye çalışırken, küçüğü görmezlikten gelebilir veya payanda gibi kullanabilirsiniz. Kendinizi, maksad ve niyetinizi zulme düşmeden, hakkı inkâr etmeden, ahlâksızlaşmadan bir müddet gizleme ihtiyacı da duyabilirsiniz. Ancak bütün bunların yerini, zaman ve şartlarını doğru değerlendirdiğinizden emin olmalısınız. Yanlış kıyaslar, abes hatırlamalar, hakikatsiz benzetmelerle kendinize fetva çıkarırsanız, o büsbütün başka meseledir.

Bu girizgâhın sebebi, yazının serlevhası… İki kelime bir şey söyleyeceksiniz; bir yanlışa dikkat çekecek, bir haksızlığa itiraz edecek, bir dostunuzu ikaz edeceksiniz karşınıza süngüye geçirilmiş suhuf kutsiyeti ile bu taktik itirazı çıkarıyorlar: “Şimdi sırası değil!


Yüz sefer yazdım, yüz yerde konuştum: Siyasete karşı tavrımın basit bir hareket noktası var: Azamüşşerin iktidarına fırsat vermemek için ehvenüşşeri desteklemek. Türkiye şartlarında Cumhuriyet devri boyunca azamüşşer CHP iktidarı olmuştur. Ehvenüşşer, onun karşısında yer alıp iktidarına mani olacak kadar iktidar alternatifi olan parti veya koalisyonlar. Bu basit ama şaşmaz mantıktan hareketledir ki, AK Parti iktidarını destekledim, destekliyorum. MHP ile ittifakını da siyasî bir zaruret gördüğümden kerhen de olsa, ona da, tamam, diyorum. Yine kaç sefer söyledim: Bunlardan daha dindar, bunlardan daha ehil, bunlardan daha liyakatli ve ipi göğüsleyecek kadar milletten teveccüh gören birileri gelmedikçe de desteklemeye devam edeceğim.


Ama hepsi bu kadar! Mükellefiyetim bu kadarla sınırlı. Ne hizmetlerimi siyasi bir partinin geleceği üzerine kurar, ne de onun himmetine havale ederim. Mukaddeslerime bir çoban lazımsa, benden iyisi yok. Koruyamadığım, korumaya çalışmadığım hiçbir mukaddes benim değildir. Siyasetin işimi zorlaştırmamasını lütuf telâkki etmem ama fırsat bilirim. Daha çok çalışma, daha çok insana hak ve hakikati ulaştırma fırsatı… Siyasîler arasındaki tercihimi de bu maksad zâviyesinden yaparım.


Siyaset sahnesinin evliya yatağı olmadığını bilirim, adım gibi emin olduğum bir hakikat bu. Salhaneye fırlatılan bütün hayvanların akibeti aynıdır: Boğazlanmak!.. Siyaset sahnesine evliya olarak fırlayanlardan evliya olarak inenine hiç şahid olmadım, görmedim, işitmedim, okumadım. Şu veya bu ölçüde kirlenmeyen, dünyevileşmeyen tek devletlü gösteremezsiniz! Her hükmün istisnası vardır, bu hükmün de imkânât dairesinde istisnaya hakkı var, ancak şahidi yoktur.


Üstad Bediüzzaman, bu kat’i hakikate parlak bir aydınlık taşır. İşte:


“Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve mârifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar—tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın. Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihînden başka, siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, "Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye, siyasete, aşk u merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları kırılacak âdi şişelere âlet yapar.”
(Emirdağ Lâhikası)

Makaleye hayat veren serlevhaya dönecek olursak… AK Partinin büyük-küçük, yığınla hizmet ve faydasının varlığını görmek ayrı şey, kusursuz vehmetmek, daha da kötüsü kusurlarını görmezlikten gelmek başka şeydir. Siyasî bir partinin, on yedi yıl gibi uzun bir iktidar ömründe başladığı günkü kadar temiz ve hatasız kalmış olmasını bekleyecek kadar toy değilim. Yeri geldiğinde, fayda mülâhaza ettiğimde ifade ve ikazdan da çekinmem. Çekinmediğimi bilirsiniz…


Ancak beni asıl rahatsız eden, bu dünyevî kirlenme ve bozulmayı aşan düşünce inhiraflarıdır. Dindar bir hissiyatla siyaset sahnesine çıkan bu dostlarımın amel imtihanının çetin geçmesi eşyanın tabiatı gereği kaçınılmazdı, onlar da ekseriyet itibariyle kaçamadı. Kendi içinde zaman zaman temizlik tasfiyeleri yapmasına rağmen bu sıkıntının bitmesini, kıyamete beş kalayı yaşadığımız bu âhir zaman dilimi için kuvvetli ihtimal görmüyorum. Ama yapmamalarını beklediğim ile yapmaları gerekende de iki tehlikeli nokta görüyorum. Bu her iki hususa dair de yazılarım, konuşmalarım oldu. Olmaya da devam edecek.


Birinci husus, Batılılar hesabına bu topraklarda üç çeyrek asır önce girişilen zihin işgalinin mütemâdî ve sistematik programı olan Milli Eğitim müfredat ve sisteminin ıslâh edilmemiş olması. Milli Eğitim, maalesef bütün unsurları ile Batıperest, doğduğu toprakların inanç ve değerlerine düşman ve yabanî nesiller yetiştirmeye devam ediyor. AK Parti bu ıslâhatı yapmayacak mıydı? Neyi bekliyor? Önlerinde bir on yedi yılın daha olduğundan eminler mi?


Diğer husus çok daha vahim, çok daha tehlikeli… Batının inşâ ettiği Ankara’nın eli her mukaddesi kirletip tahrib ederken sadece âileye uzanamamıştı. Cemiyetin bu ana sütunu mahfuzdu. Mahfuzdu, çünkü şimdiki gibi dünya herkesin avucunun içine düşmemişti. Elli yıl önce bir insanın bütün bir ömürde, taleb etse bile yaşayamayacağı günahların tamamını bugünün genci avuç içi kadar bir ekranda görüyor, çıktığı ilk sokakta yaşıyor, yaşayabiliyor. Âile de, fert de her türlü günah taarruzuna açık artık.


Bu yetmiyormuş gibi, bir de 2011’de imzalanan “İstanbul Sözleşmesi”ni hayata geçirmek için Milli Eğitim ve YÖK üzerinden hamleler yapıldı. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” adı altında girişilen bu “içtimâî cinayet”in maksadı önce âileyi yıkmak, sonra ferdi ahlaksızlaştırmak ve cemiyeti yok etmektir. Bir takım vakıf ve derneklerin hayat memat meselesi halinde icrasına çalıştığı bu habis emele AK Parti’nin âlet olmasını tenkid ettiğimde, hem parti çevrelerinden, hem yakın dostlarımdan itirazlar yükseliyor: “Şimdi sırası değil!” Niçin? “Çünkü önümüzde, çok yakında bir seçim var!


İyi de Ak Parti’nin devr-i iktidarında neredeyse her yıla bir seçim düşmüş! Ne zaman sırası gelecek, ne zaman konuşacağız?


Dostlar! Hemfikir değilim. Benim işim düşünmek ve düşündüklerimi ifade etmektir… Tenkid, mesleğimin olmazsa olmazıdır… Sapla samanı karıştırmayacak kadar hayat tecrübesine de, bilgiye de, taktik zekâya da sahibim. Siyâsîlere sesinizi en rahat ve en iyi ulaştırabileceğiniz vaktin tam da bir seçim öncesi olduğunu öğrenseniz, iyi olur…