Dönmelerin gazına gelip, kendi ellerimizle kendi medeniyetimizi tahrip etmeye başladığımız günden beri sırtımız yerden kalkmadı.

Küçük Asya yani Anadolu, Doğu medeniyetinin beşiğidir. Bütün değerler bu coğrafyada harman oldular. Ne zaman ki mayayı sulandırdık, bizimle birlikte bütün doğu halkları zombilerden mütevellit toplumlara dönüştü.

Kapıyı içeriden açtık, zaten dışarıdan açılması da mümkün değildi. Kültür emperyalizminin yozlaştırıcı normlarını kapitalizmin çıkar odaklı birey profili ile birlikte adeta kucakladık.

Geldiğimiz durum ortada... Ne batılı olabildik, ne de doğulu kalabildik.

Bu içtimai akametin en önemli gerekçesi, Batı değerlerini korumaya memur edilmiş ittifaklara dahil olmamızda saklıdır.

Aslında bugün geldiğimiz noktada bunları sorgulayabiliyor olmamız bile büyük bir kazanım olsa gerek.

Nitekim daha düne kadar muktedir olan komprador burjuvazinin tahakkümündeki oligarşik diktatörlük,

Bizzat batı değerlerini korumakla vazifelendirilmiş işbirlikçilerden oluşuyordu.

Siyasetçileri de, yöneticileri de, eğiticileri de, bürokratları da belirleme yetkisine haiz bu müstemleke örgütün kalıntıları henüz tamamen temizlenmiş falan da değil.

Pragmatizmden beslenen asalaklar sayesinde oy verdiğimiz siyasi partiler de bile hâlâ varlıklarını sürdürüyorlar.

Görünen o ki, dünya siyaset tarihinin en uzun zamanlı devrim süreciyle yüzleşiyoruz.

Rabbim salihlere soluk versin!

***

Madem öyle, gelelim Şehzade Ömer Faruk Efendiye...

Şehzade Faruk, son halife Abdülmecid'in oğlu, aynı zamanda Sultan Vahidettin'in yeğeni ve damadı...

Hani şu Mustafa Kemal'in de talip olduğu halde erişemediği meşhur Sabiha sultan ile evlenen şehzade...

Şehzade Faruk, 16 nisan 1921 günü Teşkilat-ı Mahsusa'nın yardımıyla gizli yollardan İnebolu'ya çıkar. Maksadı Kurtuluş harbine iştirak etmektir.

İnebolu'dan Ankara'ya telgraf çekilir, cevabı telgrafta geri gönderilmesi talimatı verilir. İkinci telgrafa da "Derhal" ibaresi eklenerek aynı cevap tekrarlanır. Üçüncü telgrafa cevap dahi verilmez.

İnanmıyacak olanlar için peşinen söyliyelim, telgrafların suretini Murat Bardakçı yayınladı.

Hilafeti ve Saltanatı kurtarmak gerekçesiyle kurulan orduya Hanedan mensubunun kabul edilmemesinin mazereti olur mu?

Olur, zira bu durumda İngiliz'in hesabı suya düşerdi. Nitekim hanedan mensubunun dahil olduğu orduda liderlik mevzusu tartışılamaz bile...

Bu durumda Hilafetin ve Saltanatın kaldırılmasını unutmak icap ederdi ki, onca plan heba olurdu.

Enver Paşanın ülkeye dönmek için yaptığı müraacatın geri çevrilmesinin gerekçesi de budur. Keza Enver paşa da Hanedan mensubudur.

Şimdi bu sürece bir beyin fırtınası ekliyelim mi? Eğer Sabiha sultan Mustafa Kemal'in izdivaç teklifini kabul etmiş olsaydı, ne olurdu?

İşte bu sorunun cevabını verecek bir ışıldak bulunur mu, çok merak ediyorum. Öyle ya, Mustafa Kemal'de Hanedana dahil olsaydı, bu yere göğe sığdıramadığımız Cumhuriyet nasıl kurulurdu?