Şunu hissediyorum bazen... İtiraz edemeyeceğim bir kibir ve isyan ruhumu sarıyor, bünyemin her tarafını kaplıyor. Sanki bir mengenede, inandığım bütün değerler kumpasa alınmış sıkıştırılıyor gibi hissediyorum. Dayanılmaz bir ağırlık ve karşı koyamıyorum.

Kitaplara sarılıyorum.

Hani, bazı kitaplar vardır, bir an önce bitirmek için okunur. Uyku kenara bırakılır, yemek bekletilir, iş ertelenir okunur ve sonra biter. Hiç ayrılmak istenmeyen bir arkadaş gibi son sayfası kapanır. Zor gelir vedalaşmak. İnsanın içinde bir burukluk olur.

Bütün kütüphaneleri, kitapları tarıyorum. Hayatımda uzun zamandır böyle bir kitap da yok.

Sonra farklı bilimsel konulara kafayı takıyorum elimde olmadan... Özellikle de tefsir okuyunca... Yetersiz (?!) gördüğüm tefsir çalışmalarını okudukça, bilimsel merakım biraz daha artıyor.

Okuyorum. Bilim basit bir şey... Temelinde karmaşık matematiksel ve cebirsel denklemler yok, ayinleştirilmiş deneyselcilik yok. Temel çok dürüst... Karmaşıklık sonrasında başlıyor.

Bilgiler... Farklı kesinlik derecelerindeki bilgiler insanı bir girdaba doğru çekiyor. Sonra, deneysel hiç bir bilginin tam olarak doğru olmadığını görüyorum. Kademe kademe kesinlik soğutuyor beni.

Aklıma geliyor... Sahi biz limonu mobilya cilasında kullanırken, niye tatlandırıcılı limonata içiyoruz?

Sonra... Çok bilmekten dolayı çevremde tahammül edilemez biri olduğumu fark ediyorum. Arıtılmış suyun aslında kirletildiğini, antibiyotiğin irinden çok sağlam hücreyi öldürdüğünü söyleyince, kendimi arı kovanına çomak sokmuş çocuk gibi buluyorum. Herkesin azarladığı biri oluyorum.

"Yalan söylemek şerefsiz olmaktan kötüdür" veya "iftira atabilen kişi, iftirasında sabit kaldıkça asla iyi olamaz" ya da "kul hakkı yiyene zekat ve hacc ne gerek?" durumunu gündeme getirdiğimde veya bunları yüksek sesle söylediğimde ise önce Müslüman elitistler (?!) tarafından afaroz ediliyor sonra da en namerdine muhtaç edilecek durumda buluyorum kendimi...

Ve sonra... "Aslında hiç bir şey bilmiyormuşum ben" diyorum... O kadar cahil ve o kadar aciz olduğumu hissediyorum ki.

Daha sonra ne mi yapıyorum? Baş edemiyorum. İntihara meyilli isyan hissi kaplıyor içimi... 90'lı yılların başında askere gittiğim zamandaki duyguları yaşıyorum. O zamanlar Yahudi patronum kadar olamayan sözde Müslümanlar ve akrabalarım geliyor aklıma...

Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya taşıyan adamlar... Şimdi de her yerdeler. Adım attığım siyasi organizasyon ya da bana veya herhangi bir muhtaca teklif edilen herhangi bir rızık kapısı... Karınları tokluktan çatlayacak durumda oldukları halde, zerre kadar menfaat için, aç sırtlan gibi ortalığa saldıranlar ve bu uğurda her türlü yalanı tereddüt etmeden kullananlar... Sekiz limandan aynı anda gemi kaldırırken, sağ elle yeme örneği göstererek nokta kadar menfaat için rükuya eğilenler çıkıyor karşıma... İğreniyorum. Yaşamaktan ve bu imtihandan istifa etmek istiyorum.

Kendimi bir uçurumun kenarında buluyorum. "Lâ tühammilna ma lâ tâkate lena bih" diyorum. Düşünüyorum. "Demek ki daha başıma çok gelecek var, hala gücüm yerinde" diyorum; gülüyorum.

Gülebiliyorum ya, biliyorum o nedenle "çok kibirli" olduğumu söylüyolar. Olsun... Bazen gülmek ve gülerek ölmek gerekiyor.

Biliyorum... Belki birçok yerde susuzluktan ölen Kerbalalar var ve isyan etmiyorlar.

Biliyorum... Gülmesem de, gülmesek de yaşamak hergün öldürdükçe öldürüyor.