Sütü sağmayı akıl etmişiz, nohutu bir suda bekletip maya yapmayı akıl etmişiz, sonra o sütü kaynatıp belli seviyede soğutmamız gerektiğini sonra o maya ile birleştirip belli sıcaklıkta durması gerektiğini akıl etmişiz. Sonra yoğurt olmuş "dur şuna biraz tuz atalım" deyip ayran yapmayı akıl etmişiz, o da yetmemiş tabi "dur şu ayrana hıyar doğrayalım bakalım ortaya ne çıkacak" diyip cacık yapmayı da akıl etmişiz. "Şunu belli süre belli seviyede sallayalım du bakalım n'olacak" diyerek yağını bile çıkarmışız.

Tuhaf insanlarız biz Türkler...

Bir şey icat etmeyiz ama bulduk mu inciğinden cinciğine kadar onu değerlendirebiliriz.

Ak Parti iktidar olduktan sonra neo-osmanlıcılık söylemleri dillendirilmeye başladı. Eski hatalar ve söylemler düzeltiliyor, tarih yeniden didikleniyordu falan. Güzeldi aslında bir millet bir aileye özrünü diliyor, teşekkürünü ediyordu. Özümüzü hatırlamaya başlamıştık, nereden geldiğimizi hatırlayıp gücümüzün farkına varıyor umutlanıyor, yıllarca örselenmiş ruhumuza yara bandı yapıyorduk bu farkındalığı.

Sonra yıllar geçti, doblolara tuğralar takıldıkça iş çığırından çıkmaya başladı. Önce halkta bu ilgi ve alakayı gören dizi sektörü yataktan çıkmayan padişah tipleri falan tasvir etmeye başladılar. Tek düşüncesi uçkuru olan padişah tasvirinden epey ekmek yediler. Çünkü kapitalizme yeni ekmek kapısı çıkmıştı dibini sıyırmalıydı. Hürrem'in halvete girdiği gece sokakları boşaltıyorsa bir millet, Hürrem yüzüğü satmaya başlasa sektör neler yapmazdı. Bir dönem kadınların elleri yeşil plastik taşlı Hürrem yüzükleri ile doldu. Gerçi bim bulaşık sabunu değince kararıyor paslanıyordu, ama olsundu. Herkes saçlarını turuncuya boyatıyordu ama millet Hürrem'e değil Çocukların duymasıncısı Havuç gibi geziyordu ortalıkta.

Sonra öyle bir hal almaya başladı ki Osmanlı hayranlığı iş "nasıl özür dilerim ve teşekkür ederimden" çıktı "ben bu işi nasıl kendi lehime çevirir, buradan çıkar sağlarıma" dönüştü.

"Osmanlı Okey Salonu" açacak kadar kendimizi kaybetmeye başladık. Doğalgaz geldi tüp satılsın diye tüpleri Osmanlı motifleri ile süsleyip piyasaya sürdük. Bildiğin beyti kebabını menüye "yufkalı dörizziyafe köftesi" diye yazıp on alacaksak 20 istedik. Kına gecelerinde gelinleri tahta oturtup Demet Akalın eşliğinde dans ettirdik falan. Milletçe kafamız çok karışıktı...

Kafamızın çok karışık olduğunu ve hevesimizi gören patronlar aynı şeyi başka duygularımız üzerinden de devam ettirdi.

15 Temmuz ve devamında gelen İdlip ve Fırat Kalkanı operasyonları sırasında milli duygular tavan yapınca şişme yolculuk yastıklarından tut, su mataralarına kadar her şeye bayrak ekledik. Çünkü kapitalizme göre ortada sömürülmesi gereken bir duygu vardı ve sonuna kadar sömürmez ise şanına halel gelebilirdi. Ya düşünebiliyor musunuz Ömer Halisdemir adı o kadar suistimal edildi ki devlet onun adını korumaya almak zorunda kaldı. "Ömer Halis Demir Halı Yıkama" nedir arkadaş ya?

Şöyle haklı bir eleştiri gelebilir: "ya o zaman ne yapalım her yer İngilizce isim dolu batı kültürü ile bezeli Osmanlıyı duyurmak adına bunlar olmasın mı?"

Haklı bir çıkış noktası...

Evet onların yerine bayraklar, onların yerine Osmanlı desenleri ve isimleri olmalı. Ama lütfen bunu yaparken Çin'den getirdiğiniz Afgan elbisesini "Osmanlı elbisesi" diye 999 liraya satmayın. Okey salonu açacaksan git adını "dostlar kıraathanesi" koymaya devam et.

Ve lütfen mümkünse cacığa hıyar olmaya devam et de, işin sallaya sallaya yağını çıkarma...