Ben küçükken ailece akşamları oturulur meyve çekirdek yerken dizi ya da o gün ne varsa o izlenirdi. Dizi yoksa da Mehmet Ali Erbil ya da Güner Ümit olur, onlara mecbur bırakılırdık. Ülkece zor süreçlerden geçiyorduk anlayacağınız. Zaten üç beş kanal vardı onların arasında gider gelirdi akşamlarımız.

Televizyonda açık saçık bir sahne çıkınca annem ile babamın yüzü kızarır, eli ayağına dolaşırdı. Önce kanal değiştirilir, sonra babam "eee dersler nasıl gidiyor" diye dikkatimizi dağıtmaya çalışır anlamıyoruz zannederdi garibim.

Geçen gün iki çocuklu, çocuklarının yaşları 12 ve 14 olan bir akrabanın evine gittik akşam yemeğine. Televizyonda bir yaz dizisi vardı. Dizide lise öğrencileri birbirlerine aşk ilanı yapıyor, birbirlerini aldatıyor, kızlardan birini çirkin diye diğer çocuklar aşağılıyor, okuldan kaçıyorlar, kızlar erkek arkadaşlarını eve davet ediyor, baba ile tanıştırılıyor falan. Onlar öyle oturup izlerken dayanamadım "Büşra'nın dersleri nasıl Gonca abla?" dedim. "Aklı bir karış havada ergenlik diye üstüne gitmiyoruz işte" dedi. "Peki..." diyebildim sadece.

Ne diyeceksin?

"Bunun tek sorumlusu sizsiniz mi?" diyeceksin yoksa "şu izledikleri karşısında yine iyi dayanıyor sizin kıza aferin mi" diyeceksin?

Bu işin bir boyutu, bir de işin televizyonculuk boyutu var o diğerinden daha vahim durumda. Genel televizyonculuk anlayışının değişmesi lazım bu ülkede.

"Halk bunu istiyor" diyip işin içinden çıkamazsınız. Bir yaz sabahı daha yüzünü yıkamadan kim kiminle sabahlamış onu mu merak ediyor bu halk? "Ajda Pekkan yeni sevgilisi ile Bodrum'daki evine kapandı" haberini kahvaltı masasında merakla bekleyen var mı aramızda ben gerçekten bunu merak ediyorum.

Gündüz verilen kadın programlarında kadınlar bir bilezik biraz para için şeytana dönüşüyor. Bir kanalı açıyorsun yeniden dönüşen ve güzelleştirilen (!) kadınlar diğer kanalda güzelleşmiş ve dönüşmüş olarak birbirlerine hakaret yağdırıyor. Diğer kanala geçiyorsun kimse kimsenin gerçek anne babası değilmiş meğer onu fark ediyorsun. Yeni gelinler zaten çıldırmış o konuya girmek bile istemiyorum sonra kadın düşmanı diyorlar bana.

Akşam oluyor ailece geçiliyor TV karşısına. Yapımcılar aldıkları raitinglere bakarak hep benzer şeyler çekmeye başlıyor. Onların senin örf ve ananen umurlarında değil ne kadar kazanacak gün sonunda onu hesaplıyor. İnsanlar o dizileri izlerken kendilerini görüyorlar. "Herkesin hayatında biraz dram, biraz entrika, kin, kıskançlık, aldatma, bencillik, dedikodu haksızlığa uğrama var tutar bu iş" diye çıktıkları her yapım gerçekten tutuyor.

Çukur gibi bir mahalle bu ülkede yok ama herkes eli silahlı mafya kılıklı herifleri ağızları sulana sulana izliyor hayran oluyor. Kendi kocası biraz çekil dese hakaret sayıyor, terbiyesiz buluyor ama dizideki adam "ya benimsin ya toprağın" dese "ah ne büyük aşk ne romantik erkek" oluyor. Parası olan, güzel ya da yakışıklı olan, beli silahlı kaba kuvvete başvuran saygındır algısı pompalanıyor her akşam.

Metrekareye sekiz damla göz yaşı düşüyor Karadeniz'de çekildiği iddia edilen dizide. Esas kız ne kadar ağlar ve işkence görürse o kadar zevk alıyoruz ekran başında.

Türkiye'de sanki herkes kallavi kurulmuş sofradan bir portakal suyu içip kalkan zenginlermiş gibi hep yalılarda geçiyor hayatlar. "Bugün kimin eli kimin cebinde hadi bakalım tahmin edin" temalı senaryolarda insanlar ahlaksızlığı meşru zemine çekmeye çalışıyor. Bir karakter bir sezon eniştesine aşık olduysa diğer sezon öğretmenine yürüyor.

Ne yapmak istiyoruz önce onu bilmek lazım. "Doğru budur ve özenilmesi gereken buduru mu" verelim biz çocuklarımıza. "Çocuklar bakın ileride zengin olursanız dünyada yapılacak başka hiç bir şey yok bu malaklar gibi sabah akşam bar bar gezin istediğiniz ile yatın kalkın para sendeyse her türlü saygın varı mı" vermek istiyoruz?

Yoksa "n'olacak bu gençlerin hâli" derken gerçekten samimi miyiz?