"İşte sen gösterişli ve dış yüzü süslü altın,

Sen Ey Kral Midas'ın kaskatı kahvaltısı...

...

Sadece tehdit ediyorsun ve hiç bir şey vaad etmiyorsun."

Venedik Taciri... Böyle diyor W. Shakespeare... O zamanlar öyleydi. Şimdi çok şey vaad ediyorlar.

Tehditler yine var, bombaların ucunda... Çocukların gözyaşlarına, annelerin feryatlarına, babaların kanlarına ve evdeki sıcak çorbaya mal olsa da, vaat edilen demokrasi davetsiz misafir gibi ocaklara kuruluyor.

En misafirperver hal bile "keşke gelmeseydi" diyor.

...

Bakıyoruz...

Dünya 2017'de reel olarak yüze 3,6 büyümüş. Ne işe yaradığını pek bilen yok ama kobalt yüzde 140, paladyum yüzde 55 ve lityum yüzde 30 değer kazanmış. Cep telefonlarının içindeki metallerin yeniden ekonomiye kazandırılması da ayrı ve devasa bir endüstri dalı olmuş.

Tüketiyoruz ve ürettikçe daha fazla tüketime dayalı bir sistemin içinde yaşıyoruz.

Hazıra dağlar dayanmıyor ve yaşlı dünyanın ulaşılabilir kaynakları tükeniyor. Dolayısıyla enerjiyi elinde bulunduran gücün sahibi oluyor.

Enerji her zaman para ile satın alınamıyor. Alınmıyor da...

...

Bazen birileri, embesil bir çöl bedevisi olarak doğuyor. Boşaltım sistemi için kuyu açarken enerji ile tanışıyor. Ama, güç olduğunu bilmiyor. Şansı olsa kuyudan altın çıkardı.

Birileri geliyor. Bedeviyi, sarı sarı altınlar satın alan kağıt parçaları ile tanıştırıyor. Sonra bedevi diğer sarılarla da tanışıyor. Boşaltım sistemi için açtığı kuyuyu terkediyor.

Para güç oluyor. Para her enerjiyi satın alabiliyor çünkü...

Sonra, kumlarda oynayan çocuklar kum tanelerini paylaşamıyorlar. Devamlı birbirleri ile kavga ediyorlar. Devamlı birbirlerinin sınırlarını karıştırıyorlar. Halbuki o sınırlar cetvel ile çizilmiş dümdüz sınırlardı. Ama sarışınların saçları kıvrım kıvrımdı. Dalgalı kur gibi dalgalıydı.

Kavgalar bitmiyor. Kum kanla sulanıyor. Boşaltım sistemi için açılan kuyuya da kan bulaşıyor. Enerji önemli... Gücün atardamarları ile oynanmaz.

Altın satın alan kağıt parçalarının sahipleri, bedevi çocukların babalarına geliyor. Daha çok kağıt veriyorlar ama kavgalar daha çok büyüyor.

Sonra da işte... Bombalarla eskilerin "tanrının kırbacı" dediklerinden Allah'ın cezası demokrasi geliyor.

Dünya, gölgelerinden küçük insanların demokrasi havarisi olduğu bir arenaya dönüşüyor.

Uzay ekonomisi ve yıldız savaşları başlamadan oralarda bir köşe kapmak lazım. Bizi ancak uzay paklar.

En yakın galaksiye hangi dolmuş gidiyordu acaba? Taksi çok yazar şimdi... Ya UBER mi neydi? Yoksa hepsi mi geberdi.

Karınca adres soruyor: "Kabe bu dağın ardında mıydı?"

Bu dağ mı? Kabe... Daha Süleyman Mescidi var, Kubbet üs Sahra var, Mescidi Aksa var... Sonra dağlar, dağlar ve kumlar var. Kanlı karanlıklar var. Hele ki bu yolda demokrasi denen şey var.

Neyse biz durakta bekleyelim...

...

"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin... Ama (tarafımızdan verilmiş) bir güç olmadıkça geçemezsiniz." Rahman 33

Biliyorsunuz ama yine de yazayım. Zaferden değil, seferden sorumluyuz.

Selam ve dua ile...