Müslümanların aklına bugünler de yine Kudüs geldi.

Yoğun gündemleri arasından Filistin göz kırptı yine bize.

Nasıl olduysa dikkatimizi çekebildi hayret...

Benim aklına ne zaman Kudüs deseler ne zaman Filistin deseler Rachel Corrie gelir.

Dünya, insanlığın büyük bir çoğunluğunun istemediği korkunç bir savaşa doğru sürüklenirken yerkürenin dört bir yanındaki protesto yürüyüşlerinde pankartlarda resmi dolaştırılan 'kötü adam'ların çoğu amerikalı.

Bush, Trump, Rumsfeld, Cheney, Wolfowitz...

Tam böyle bir dönemde aynı kalabalıkların yüreğini hayranlık duygularıyla dolduran 'güzel insan'ın da amerikalı olması ne kadar ilginç değil mi?

Evet, Rachel Amerika vatandaşı...

Rachel, Filistinli bir öğretmenin evinin yıkılmasına engel olmak isterken İsrail buldozerinin altında kalıp can verdi.

Buldozer üzerinden iki defa daha geçmişti. Hastaneye götürüldüğün de çoktan ölmüştü. Daha 23 yaşında hayalleri olan genç bir kızdı.

Rachel, Washington eyaletinin Olympia kasabasındanmış... iki noktanın küredeki yerlerine bakarak buraya gerçek anlamıyla 'dünyanın öteki ucu' diyebiliriz.

Yaşam tarzı farkı olarak aradaki mesafe daha bile büyük. Pasifik okyanusu kenarında ormanlarla kaplı olan Washington eyaleti, dünyada refahın en yüksek olduğu bölgelerden birisidir.

Oysa Rachel'in öldürüldüğü refah kampı daha geçenlerde dünyanın en yoksul yeri ilan edilmiş!

Rachel, amerika'daki rahatını bozup barış savunuculuğu yapmak, İsrail hükümetinin insafsız ev yıkma politikasına karşı kalkan olmak üzere Filistin'e gelmiş olmasa, televizyon dizilerinden aşinası olduğumuz türden rahat orta sınıf yaşamını sürdürecek, büyük bahçeli evlerde oturup, geniş asfalt yollarda kocaman arabalar kullanarak 'amerikan tarzı hayat'tan payını alacaktı.

O kalkıp refah kampının minicik odalarda 8-10 kişinin uyumaya çalıştığı sefaletine ve çocukların İsrailli askerler tarafından tavşanlar gibi avlandığı dehşetine gelmeyi tercih etti.

Ama neden?

Rachel'i oradan bu sefalete sürükleyen neydi?

Annesine mektup yazmış orada kendisi bunu şöyle anlatıyor.

"Evet, yine dans etmek istiyorum, erkek arkadaşlarım olsun istiyorum, iş arkadaşlarıma karikatürler çizeyim istiyorum, ama bunu durdurmak da istiyorum. Burada gördüklerime inanamıyorum, yüreğim dehşetle doluyor, düş kırıklığı içindeyim. Dünyamızın temel gerçekliği bu olduğu için düş kırıklığı içindeyim. Bunu durdurmak istiyorum."

Kendi sonunu da tahmin eden bir mektubu şöyle bitiyor:

"Filistin'den döndüğümde uykumda kâbuslar göreceğimi, burada olmadığım için suçluluk duygularıyla kıvranacağımı biliyorum. Bunları daha fazla çalışmaya yönlendirebilirim. Buraya gelmek hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri oldu. Oraya geldiğimde deli saçması şeyler söylersem ya da İsrail ordusu beyazları vurmama konusundaki ırkçı eğilimlerinden vazgeçip bir şey yaparsa şu yargıya varmakta hiç tereddüt etmeyin: Dolaylı olarak desteklediğim ve hükümetimin başlıca sorumlusu olduğu bir soykırımın göbeğindeyim."

Ne kadar cesur değil mi? 

Fikri eyleme dönüştürmüş kocaman bir yürek.

Daha 23 yaşındaydı.

Şimdi bol keseden sosyal medyadan sallayanları, İsrail'e plaka arayanları görüp gülümsüyorum.

Sonra kendime ve ikiyüzlülüğüme bakıyorum.

Allahın yardımını hak ediyor muyuz gerçekten?