Kadının biri zengin bir evde temizlikçi olarak çalışıyormuş.

Dışarıda da nasıl yağmur yağıyor ama göz gözü görmüyor. Son rötuşları yapıp tam çıkacakken evin beyi gelmiş. Evin hanımı "aman beyim hoş geldin sefa getirdin canın ne istiyor hemen hazırlayım. Aaa sen ıslanmışsın da hasta olacaksın, çıkar şu üstündekileri ben sana kıyamam" demiş.

Sessiz sessiz hem işini yapıp hem olan biteni izleyen temizlikçi kadın içinden "kadına bak kocasını ne güzel karşıladı. Eve gidince bende kocama aynısını yapayım" demiş.

Neyse işte temizlikçi kadın evine gitmiş yağmur hâlâ devam ediyor...

Kocası girmiş içeri, "ooo hoş geldin hayatım günün nasıl geçti canın ne istiyor söyle hemen yapayım, ya da dur sen şu üstünü değiştir çok ıslanmışsın İT gibi de titriyorsun" demiş.

Bazen bazı şeyler üstümüzde ne kadar uğraşsak bile eğreti duruyor aynı bu hikayedeki gibi. Belki yetiştirilme tarzımız belki İbn Haldun'un ifadesi ile coğrafyanın kader oluşu hep sakladığımız yerlerden açık verdiriyor bizlere.

Kendimiz gibi olmayı yeterli görmüyor, başkaları gibi olursak hakiki mutluluğu yakalayacağımızı zannediyoruz.

Erkekler bu konuda en çok eşleri üzerinden hataya düşüyor. Victoria Secret defilesini izleyip karısından Adriana Lima olmasını bekliyor adam. Aynı donu gidip binlerce lira verip alıp gelince karısı da öyle görünecek zannediyor. Olmuyor haliyle, olmayınca da donu deneyecek başka kadınlara gidiyor.

Sevdiği kadını ancak ayakkabı numarasından tanıyabilen gerizekalı Külkedisi Prensi gibi aval aval geziyorlar ortada. Sonra ömür geçiyor prens göbeği salıyor, külkedileri de prenslerin yüzüne bakmıyor haliyle.

Kadınlar bu konuda internetten alışveriş yaparken hataya düşüyor. En kusursuz mankenlerin en uygun kadraj ve lens ile çekilmiş bin çeşit fotoğrafın içinden seçilen ürün fotoğrafı ile karar veriyor ne alacağına. Gelen elbise üstlerinde hindiye zorla kalem etek giydirmişsin gibi durunca da "bedeni yanlış geldi" diyor.

Yoo aslında hatasız geldi de sana gelmedi o diyemiyorsun.

Kime sorsan yaşadığı hayattan memnun değil.

Sorduğun kişinin çok zengin olması ya da çok güzel bir kadın olması ya da işinde çok başarılı bir adam olması fark etmiyor. Herkes olduğu yerde ve pozisyonda çok mutsuz. Bahsettiğim mutsuz olma hâli salt "çok sıkıldım ama yaa" şımarıklığı değil.

İç huzursuzluğu ve kendini hep yetersiz hissetme halinin hiç bitmemesinden bahsediyorum aslında.

Kime baksanız yaşantısında birtakım değişiklikler yapmak istiyor ya da hayatını tümden çöpe atıp tamamen yeni bir başlangıç yapmanın hayalini kuruyor. Kimi, kötü alışkanlıklarından ölesiye bedbaht iken; kimi ise hayatının genelinden veya şu an olduğu kişiden memnun değil. Çünkü kimse kendini “yeterli” hissetmiyor artık.

Mutluluğu sebeplere bağlayarak başlıyoruz hata yapmaya.

Karım şu ölçülerde olursa, kocam şu kadar para kazanırsa, çocuğum şu okulu kazanırsa, kaynanam üst katımda oturmazsa, düğünümde davul çalmazsa gibi birçok sebep koyuyoruz mutlu olmanın önüne.

Oysa mutluluk denen şey planlanabilen bir şey değil ki.

Anlarda gizlenen yıldız kaymaları gibi mutluluk. Yıldızın kaydığını biliyorsan mutlu olursun illaki göğe bakmaya da gerek yok.