Ecevit kırmızı ışıkta duruyor muydu? Duruyordu!

Abone Ol
AK Parti flamalarını o kadar hınç ile indiriyor ki Türk bayrağını da indirdiğinin farkında değil.

"Tayyip çıkartma ayini" yapacak kadar akıl melekesini yitirmiş ve bunu gerçekten komik buluyor.

"tamam" sloganına yapışıp medet umacak ve bundan tatmin olacak kadar kafayı takmış durumda.

Bunların üst üste geldiği son günler de muhalefetin "rövanş" alma hissine kendilerini kaptırdıklarını görüyorum.

Seçim kazanıyoruz diye onlardan özür dileyecek "ya size de ayıp oluyor ama galiba yine biz kazandık ehe" diyecek halimiz yok.

Davamızda sonuna kadar haklıyız.

Şuraya dikkat çekmek istiyorum.

Geçen Takunya'da profilinde Reis olan bir AK Partilinin şu yorumu ile karşılaştım: "25 Haziran sabahı mum söndü p**lerini kudurtacağız".

Aynı günün sabahı Sözcü'de profilin de Türk bayrağı olan başka bir AK Partili şu yorumu yapmıştı "atanızı vedat nasıl s.... ama"

Bu ve benzeri söylemler kime ne kazandırıyor?

Muhatabımızın kinini bilemek dışında İslama mı hizmet ediyor?

Birlik beraberlerliğimize zarar vermek dışında davaya mı katkı sağlıyor?

Bu insanların öfke biriktirmelerinde hiç mi suçumuz yok?

***

"İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim ellerimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı" diyor Senegal'li yönetmen Ousmane Sembene...

Bu konuşmayı kendisine ödül vermek için kraliyet sarayına çağrıldığı İngiltere'de yapıyor.

Kraliçenin yüzüne bakarak hemde öyle dümdük...

Dün aynı sarayda görkemli bir düğün vardı. Kilisede kıyılan nikah sonrası milyonlarca İngiliz vatandaşı yeni dük ve düşesi görmek için izdiham oluşturdu.

Kendi değerlerine ve geçmişine yabancılaşan, müftü nikah kıyacak diye ortalığı ayağa kaldıran yurdum insanı prens ve prensesin papazın önünde diz çökmesini çok romantik buldu.

Sarayda olan ihtişama aşık aşık bakarken, Beştepe Külliyesinin olağanüstü sadeliğine rağmen yıkılması gerektiğini konuştu.

Ousmane Sembene'nin o tarihi konuşmasını bitirdiği şekilde bitirmek istiyorum sözlerimi...

"Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi, Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır."

***

Ecevit ölmese Kanuni'nin 46 yıllık rekorunu kırmaya namzetti.

2002 Mayıs ayına kadar inatla görevinde kalan sağa yalpalayan, sola yalpalayan, bazen Rahşan'a bazen Hüsamettin'e yaslanarak değnek muamelesi yapan ama yine de görevini (koltuğunu) bırakmayan bu şahs-ı münevver (kelimeyi kullanmak istedim) 2000 doğumlu ergen tayfadan değilseniz hepimizin hayatına bi şekilde dokundu.

Gerçi 2000 doğumluların ailelerini bir gecede fakir bırakarak, süper sızdırmaz asrın icadı bez yerine, kıçlarının kumlu bez görme ihtimalleri yüksek...

Ama konumuz yine bu değil..

77 yaşında kırık kaburgası, iltihaplı damarları ve bir sürü hastalığına rağmen hastaneden ülke yönetmeye çalışması mevzusunu, bunun altında yatan koltuk hırsını görmeyen gözler başından çıkarmadığı kasketin hatırına onun şair yönüne aforizmalar kasıyor bugün.

Eskiden Roman-tik diye katlandığımız Ecevit'in Roman-ı gitmiş "Tik" i kalmıştı.. Olsundu adam Kırmızı ışıkta duruyormuydu, duruyordu..

MGK toplantısında içeriğe değil, üsluba takılıp alınganlık göstererek ne kadar yaşlandığını bir defa daha göstermişti.

Hani ülke yönetmese aslında eğlenceli tipti.

Bir defasında Bakanlar Kurulunda ayakkabıları sıktığı için çıkarmış, toplantı bitince ayakkabılarını giymeyi unutmuş kapıya doğru korumaların arkasından yürümüştü.

Ayakkabıyı arkasından yetiştirdiler de adamcağız rezil olmaktan kurtuldu.

Ya da kurtulamadı bilmiyorum.

Hani Gaflarını maddeleştirmeye kalksak kitap çıkar Bestseller'i zorlar.

Hacıbektaş şenliklerinde Kültür Bakanı İstemihan Talay'ı kürsüye davet ederken "Kültür Talayı İstemihan" diyerek hepimizi kopartmıştı saolsun.

"Biz bu bölge de Barış değil savaş istiyoruz."

"Erken seçim olmasaydı, 2084'e kadar iktidarda kalacaktık"

"Sel felaketi yaşayan Hataylılara, deprem felaketinden dolayı geçmiş olsun"

Afganistan Başbakanına Afgan genel müdürü demişti...

Kendisinin g-affına sığınarak gülmeceyi sonlandıralım sonuçta kırmızı ışıkta durdu mu, durdu!

Ölmese ülkemizin "Ruhani Lideri" olmaya adaydı. Varlığı ile yokluğunun bişey değiştirmediği dönemde..

Oy kullandığı sandıkta partisine tek oy çıkmamış kimse de çıkıp "oyunuzu kime verdiniz" diye soramamıştı. "Ne oyu?" Cevabını almaktan korktular belkide.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzlukları döneminde olan, meyhaneci tiniyetli liderdi kendisi.

Meyhaneciler içmez içirir, ortam hazırlarlar. Buda öyleydi çalmaz çaldırtır, yemez yedirtir tüm ortamı eli ile hazırlardı.

Devlet eliyle haşhaş üretimini, Kıbrıs harekatını, dev ekonomik krizi, "bu kadına haddini bildirinüz"leri, Rahşan affını, cezaevi isyanlarını, faili meçhullerini, tüp kuyruklarını, patlayan çöpleri, deprem yardımıyla ödenen memur maaşlarını bi kenara bırakırsak bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük Türk solunu bitirmesidir.

12 Eylül darbesinden sonra yapılan seçimler de bile Sol %30'u geçerken bugün zar zor %25 bandında tutunuyor. Oda artık sol sayılmayan bir partinin nezaretinde.

Ecevit vitrinlere benziyordu. 

Cafcaflı güzel cazibeli..

(...)

Türk soluna Kılıçdaroğlu'nu hediye ettiler.

Kılıçdaroğlu'da bize Muharrem İnce'yi...