Türkiye'de şuan yaklaşık 4 milyon kadın fabrika, uzun mesaili market vb. şartlarında kaptilazme ucuz işçi olarak hizmet etmektedir. İşte bu bakanın temsil ettiği kokuşmuş zihniyetin tek amacı, bu sayıyı daha da arttırarak, aile yapımızı temelinden yıkmaktır.

Zira bu bakan aklını azcık kullanacak olsa; fabrika şartlarında çalışan kadınların ne kadar zorlandığını; evini çocuklarını ve eşini ihmal etmek zorunda kaldığını, ağır ve stresli iş şartları nedeniyle tahammül gücünün tükendiğini ve bu nedenle aile yapılarında huzursuzluk ve kavgaların baş gösterdiğini, çocuklarına gerekli sabrı ve özeni veremediği için annelik görevini de yapamadığını ve haliyle çocukların başıboş yetiştiğini ve nihayetinde âsi ve muzır bir nesil türediğini ve daha saymakla bitmeyecek feci neticeleri anlayabilir.

Lakin ne yazık ki bu Feminist Bakan, aklını kapitlazmin sadık bir köpeği olan feminizmin oyuncağı yapmış olmalı ki, bu kokuşmuş zihniyetinin bir sonucu olarak, tüm kadınları "İş Gücüne katılım" yalanı ve tuzağıyla kapitalizmin ucuz işçi ağına çekmek istiyor.

Eğer bu Feminst Bakan da islami hassasiyetin zerresi olsaydı: Kadın çalışan sayısını erkeklerle yaklaştırma hatasından vazgeçerek, kadınlar için yarım günlük çalışma ortamları tesis etmeye çalışırdı.

Zira iş hayatında kadına ihtiyaç olan meslekler elbette var. Ama o meslekler fabrika ve benzeri erkeklere mahsus yerler değildir. Mesela doktorluk, öğretmenlik, hemşirelik vb. mesleklerdir. İşte bu mesleklerde bile kadınlara yarım günlük mesai ortamı tesis etmek gerekirken, kadınları her alanda tam günlük mesaiyle çalışmaya teşvik etmek bilerek yada bilmeyerek bu vatana ihanet etmek demektir.

Hem kadının iş hayatında haddinden fazla olması, erkeklerin işsiz kalmasına neden olur. Bir kadının çalışması şart değil ama erkeğin çalışması şarttır.

Zira kadının zaten annelik gibi, tam günlük mesai gerektiren ve hayati öneme sahip bir vazife seçeneği vardır. Annelik vazifesini hakkıyla üstlenen bir kadın da zaten başka işe vakit dahi ayıramaz. İşsiz kalan bir erkeğin annelik gibi bir seçeneğide olmadığına göre, o adamın yerine bir kadın koyma gayreti ancak hain veya ahmak bir zihniyetin işi olabilir. Allah bizi bu zihniyetin şerrinden muhafaza eylesin.

***

Bir emekli çalışırken ne iş yapmış olursa olsun, çalışırken işinin sağladığı tüm avantajlardan faydalanmış ve işine görede maaşını almıştır.

Lakin emekli olanlar hiç bir iş yapmadığı için tüm emeklilerler aynı pozisyona geliyor. Yani artık emek ortadan kalkıyor. Haliyle hakettikleri maaşında aynı olması gerekir.

Şimdi bazıları, "Benim prim fazla yattı. Nasıl olurda, primi az yatan biriyle aynı maaşı alırım" diyebilir. Ama kazın ayağı hiçte öyle değil. Zira çalışırken, herkes maaşından nerdeyse aynı oranda kesintiye maruz kalıyor.

Mesela asagari ücretlinin gelirinin %30'u kesintilere gidiyorsa, yüksek maaşlı birininde %30-%35 civarı kesiliyor. Yani oransal anlamda herkesin canı, neredeyse aynı şekilde yanıyor.

Hal böyle iken, maaşından aynı oranda kesintiye maaruz kalan kişilerinde emeklilik maaşı aynı olması gerekmez mi? Nede olsa kesintiler ikisinide canını aynı oranda yakmış.

Böyle bir sitem gelmesi halinde Türkiye'de emeklilerin maaşı yaklaşık 2.500-3.000 TL gibi bir rakam olur ki, bu maaş müsrif olmayan her adama rahatlıkla yeter. Hem emekli olanların çocuk masrafı derdide yok. Yani bir asgari ücretli gibi ağır masraflarıda yok.

Mevcut sistemin netice verdiği bir adâletsizliğe bir örnek vermekte fayda var. Şöyle ki, mesela iki şöför emeklisi düşünelim. Özelden emekli olan 1.200 TL emekli maaşı alırken Devletten işçi olarak emekli olan bir adam 3.000 TL'den fazla maaş alabiliyor. Elbette bu âdaletsizliğin hiç bir izahı olamaz. Zira iki adamda vatana aynı hizmeti vermiş. Hatta özel sektörden emekli olan daha ağır mesai şartlarında çalışmış.

Elhasıl çalışırken maaşından aynı oranda kesintiye maruz kalanlar aynı maaşı almalıdır. İster Milletvekili, ister Vali, ister şöför ne olursa olsun, sonuçta emekli olan herkes, emek anlamında aynı pozisyona sahip oluyor.