Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (sav) dayandığını belgelerle açıkladı.





Akgündüz, İstanbul’da basın toplantısı düzenledi. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram ve Mehmed Fırıncı ağabeylerin de hazır bulunduğu toplantıda Akgündüz, “Bediüzzaman hem Hasanî yani Şerif babası tarafından Hz. Hasan neslinden ve hem de Hüseynî yani seyyiddir anne tarafından Hz. Hüseyin neslindendir” dedi.





Akgündüz’ün sözleri şöyle:







İslam’da âl-i beyt, sâdât, ehl-i beyt ve benzeri tabirlerle anılan evlâd-ı Resûle özel bir önem verilmiştir. Bunların zekât almasının yasak olması, devlet hazinesinden belli bir paya istihkakları bulunması sebebiyle, tarih boyunca Müslüman devlet adamlarının seyyidler ve şerifler denilen insanlara özel hürmet ve alaka göstermeleri, bu meseleyi daha da önemli kılmıştır. Şerîf, necib, asil, üstün gibi anlamlara gelmekte olup çoğulu şürefâ veya eşrâftır. Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından olan Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerîf, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid olarak anılmışlardır.





Evlâd-ı Resul olan bu kıymetli insanlara daha önceleri olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hürmet gösterilmiştir. Ayrıca onlara âid işleri görmek için vazifeli me’mûrlar ve başlarına da bakan statüsündeki nakîb’ül-eşraf tâyin edilmiştir. Nakîb-ül-eşraf adı verilen bu görevli, Peygamber efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseblerini kayd ve zapteder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları âdî işlere ve şânlarına uygun olmayan san’atlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu.





Sâdât-ı-I Hıyâliyyin: Hıyâlseyyidleri: Baba Tarafından Bediüzzaman'ın Dedeleri







Önemle ifade edelim ki, bütün ayrıntılarıyla baba canibinden şerîf olduğu ortaya çıkan ve ancak anne tarafından seyyid olan Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin nesli bizim için önem arz etmektedir. Zira Bediüzzaman hazretleri baba tarafından onun torunudur. Bu sebeple üzerinde biraz daha ayrıntılı duracağız. Âl-i Geylani diye bilinen bu aile, 1920 yılında Irakta başbakan olan Seyyid Abdurrahman Nakîb Geylanı’nin de kökleridir. Sâdât-ı Hıyâliyyîn, Bû Cumʻa ve Hidâdiyyîn sâdâtı tamamen Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin neslinden gelen seyyid veya şeriflerdir.





Değişik zaman ve vesilelerle İslam dünyasının her tarafına dağılan seyyidlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine de gelip yerleştikleri görülmektedir. Bölgedeki seyyidlerin göçlerinin Bağdat'tan gerçekleştiği ve bunun orada yaşayan bir hükümda¬rın yaptığı zulümlerden kaynaklandığı, Güneydoğu Anadolu'da halk arasında yaygın bir kanaattir. Kimi seyyid ailelerinin Harun Reşid döneminin tekabül ettiği miladi sekizinci yüzyılın sonları ile dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat'tan bölgeye göç ettikleri anlaşılmaktadır. Abbasi halifeliğinin Moğollar tarafından ortadan kaldırıldığı 656/1258 yılına yakın veya onu izleyen tarihlerde de Bağdat'tan bölgeye kimi seyyid göçlerinin olduğu görülmektedir.





Abdülkadir-i Geylani’nin bu kahraman evladı Seyyid Abdülaziz Haçlı Seferlerine karşı Selahaddin Eyyubi ile birlikte Askalan şehrinin fethine katılmış ve daha sonra Bağdad’daki idarecilerin (Vezir Ebül-Muzaffer Abdullah bin Yusuf’un baskısıve daha sonra da Şah İsmail’in Bağdad’a girerek Abdülkadir-i Geylani’nin türbesini tahrib eylemesi)  zulmüne maruz kalınca, Musul’un kuzeyinde yer alan Sincar bölgesine ve burada da Hıyâl köyüne hicret etmiştir. Diğer kardeşi Seyyid Abdürezzak’ın torunlarının da Ard’ul-Hıyâl da denilen Sıncar bölgesine yerleştiği nakledilmektedir.  Nitekim Hıyâl harabeleri arasında hem Seyyid Abdülkadir Geylanî’nin makamı ve hem de Seyyid Abdülaziz’in kabri bulunmaktadır. Hıyâliyyûnun nesilleri, biraz sonra göreceğimiz gibi, torunlarından Şeyh Ebu Salih Şemsüddin Muhammed el-Ekhal (El-Kehhâl) (651-739/1338, Sincar Kazası-Kuzey Irak)’ın evladlarının isimlerine göre adlandırılımışlardır. Bu arada bir ara Hıyâl ve çevresine Yezidîler musallat olup Müslümanlara zulm edince, Abdülkadir-i Geylani’nin torunları, çevreye dağılmışlar ve Bitlis’e kadar uzanmışlardır.





Bediüzzaman'ın Bu Ayrıntılı Şeçerelerine Nasıl Ulaştık?







Bediüzzaman hazretlerinin mübarek neslini Osmanlı Arşivleri ve İstanbul Müftülüğünde bulunan Nikabet’ül-Eşrâf belgeleri arasında bulmaya çalıştık. Bitlis ve Hizan’daki nüfus ve tapu kayıtlarını tamamen inceledik. Ancak istediğimiz neticeye ulaşamadık. Daha sonra bir ara Bitlis’in de Musul’a balı kaldığını hesaba katarak ve de Osmanlı döneminde mevcut Nakib’ül-Eşrâfların aynen devam ettiğini öğrenerek himmetimizi Irak’a çevirdik. Kıymetli Kardeşim Adnan Budak Beyin de gayretleriyle Üstad’ın şeceresi ile belgeye aylar sonra Üstad’ın dedelerinin mezarlarının bulunduğu Sincar’a bağlı Hıyal Köyü yakınlarında oturan ve çok kıymetli bir tarihçi, araştırmacı ve neseb ilmi mütehassısı olan Dr. Mahmud Said Bey vasıtasıyla ulaşmış olduk.
Bilgilerin temelini oluşturan ama Osmanlı Arşiv Belgeleri ve özellikle Tapu-Tahrir Kayıtlarıyla teyid edilen bu şecerenin yazılış tarihi 1935’lere varmaktadır. Zira Şecereyi kaleme alan Hamed el-Hiyâlî 1937’de vefat eylemiştir. Şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşraf ise 1935’de o görevi yürütmektedir.





Bu şecereyi hazırlayan Üstad’ın babası tarafından mensup olduğu Sâdât-ı Hıyâliyyîn aşiretinin reisi Hamed el-Hıyâlî’dir. Bu zat Sâdât-ı Hıyâliyyîn’ın Bu-Hüseyin El-Bekr dalına müntesiptir. Hazırlamış olduğu şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşrâf Abdülfettah ed Bedreddin, 1935 tarihinde Musul Nakib’ül-Eşrâfıdır. Daha önce Trablusşam Nakib’ül-Eşrâflığını da yapan bu zat, Sâdât-ı Hıyâliyyîn’in Âl-i Zaʻbî kolundandır ve Ali Bekkâr ez-Zaʻbî’nin torunudur. Şecerede ayrıca Verşan Hâlid el-Hadîdî, Hüseyin es-Sumaydaʻî ve benzeri şahsiyetlerin de mühür ve tasdiki bulunmaktadır.





Bediüzzaman'ın Anne Tarafından  Şeceresi(SÂDÂT-I HADÎDİYYÎN): Hadidseyyidleri: Bediüzzaman'ın Anne Tarafından Dedeleri







Hazret-i Hasan'ın soyundan gelenlere Şerif ve Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de genelde Seyyid denilir  Resulullah efendimizin soyu, Hazret-i Hasan ve kardeşi Hazret-i Hüseyin'in çocukları ile devam etmiştir.





İmam Musa Kâzım,  Sâdât- Hüseyniyye’nin ana unsur bu zattır (745 - 799) Sekiz çocuğu olmuştur. Sekizinci İmam olan Ali er-Rıza ve kızları Fatıma ile Hacer tanınmış çocuklarıdır. Bu zatın neslinden gelen Seyyidlere Sâdât-ı Museviyyûn denilmektedir. Başta Irak olmak üzere Musul ve çevresinde (bu arada Doğu ve Guneydoğu Anadolu’da) çok sayıda bu nesildeb gelen aşiretler mevcuttur. Üstad Bediüzzaman’ın annesinin nesli bu aşiretlerden Hadîdiyyîn Sâdâtı arasında yer almaktadır.





Şemseddin Muhammed el-Accân el-Hadîd el-Hüseynî (900/1495), Hadîset’ül-Fırat’da medfundur ve bu sülalenin reisidir. Bunun oğullarındanAli el-Asğar Sermit (Yamaç, Karbastı’ya komşu bir köy)’de medfundur ki, Bediüzzaman’ın köyü olan Nurs’a 38 km uzaklıktadır. Bu zatın oğlu olanAhmedîn nesli Bediüzzaman’ın annesine kadar ulaşmaktadır. Bediüzzaman’ın annesi, bu zatın neslinden gelen Hakeyf Aşiretine dayanmaktadır. Bunun kardeşi Abdurrahim’in süllalesi ise, Urfa başta olmak üzere Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da yayılmışlardır.





Bediüzzaman Neden Açıkça Seyyid Olduğunu Söylememektedir?







Çünkü seyyidlik konusunda Bediüzzaman'ın kendisini öne çıkarması Mehdi olduğu iddiası olduğunu gündeme getirecekti. Toplumda Mehdî hakkında öylesine bir imaj yerleşmiştir ki, o sanki harikulâde özelliklere sahip bir kimsedir. Bir çırpıda zulme gömülen dünyayı düzeltecek, hakkı, adaleti tesis edecek, kurtla kuzuyu barıştıracak, birden Sünnet-i Seniyyeyi yerleştirecek, Şeriatı hâkim kılacak… Ve bunları îman, hayat ve şeriʻat hakikatleri çerçevesinde gerçekleştirecek. Bu durum gönlü kırık, morali bozuk bir kısım mü'minlere büyük bir ümit ve tesellî kaynağı olurken, birçoklarına da aradıklarını bulamamanın, görememenin ezikliğini de yaşatabilmektedir.





Bu ve buna benzer bir kısım hikmetler sebebiyledir ki Bediüzzaman kendini, seyyidliğini her zaman mevz-u etmemiş, Risalelerde ise bu konu hakkında kesin ifade kullanmamıştı. Afyon Mahkemesi müdafaasında, “Hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hallerde bulunmamışım” diye cevap vermiştir.





Bediüzzaman Hususi Talebelerine Hem Seyyid Ve Hem De Şerif Olduğunu Açıklamıştır; Kürt Olması Seyyidliğine Mani Değildir







Bununla birlikte Bediüzzaman maddeten, yani neseben de Ehl-i Beyttendir. Onun, yukarıda bir kısmına yer verdiğimiz, geniş kesimlere aşikâr olarak ifade etmediği ve eserlerinde açık açık belirtmediği bu hususu bütün bütün de gizlemediğini, hususî sohbetlerinde talebelerine söylemekten çekinmediğini de görüyoruz. Mektûbât'ın büyük bir kısmının yazılmasına vesile olan, vefatına kadar Risale-i Nur'a büyük bir ihlas ve sadakatla hizmet eden merhum Albay Hulusi Yahyagil'e, ziyaretlerinin bir defasında, “Kardeşim, sen de ben de sâdâttanız (seyyidlerdeniz.)” dediğini görüyoruz.  Emirdağlı Mehmet Çalışkan'ın anlattığına göre, Osman Çalışkan'ı yanına çağırır ve “Kardeşim ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim… Ahmed Feyzînin bütün söylediklerini kabul ediyorum. Haydi git!” der.





Evet, Bediüzzaman'ın Kürt olması seyyidliğine engel değildir. Doğuda öyle aşiretler vardır ki Kürt oldukları halde bütünüyle seyyiddirler. Çünkü nesiller fetihler, göçler, farklı evlilikler sebebiyle zamanla dünyanın değişik yerlerine dağılmış, karışmışlardır. Meselâ Abbasîlerin yanlış tutumlarına tepki gösterdikleri için o günün tabiriyle Kürdistan bölgesine birkısım Ehl-i Beytin göç ettikleri bilinmektedir. Bediüzzaman'ın dedelerinin de bu göç esnasında buralara gelip yerleşmeleri sözkonusudur. Nitekim Bugün Mardin'deki Arvasîler, Hakkari'deki Ahmedîler ve Muş'taki Nehrîlerin Ehl-i Beytten oldukları düşünülürse, Kürt olmanın Ehl-i Beytten olmaya engel olmadığı açıkça görülür. Bediüzzaman'ın, Urfalı Salih Özcan'a da, “Ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim” cevabını vermişlerdir.