Sosyal Medya’da çok acayip bir kitle var ki her konuda onunla aynı düşünmek zorunda olduğunu, aynı şeye dertlenmen gerektiğini, aynı pencereden nefes alman gerektiğini eğer onun gibi olmazsan onun gibi düşünmezsen kesin sende bir yamukluk olduğunu düşünüyor.

Keşke düşünse kendi hezeyanlarını kendi içinde saklasa ya! Bunu sana dayatıyor manen sömürüyor saçını başını yolduruyor insanın.

Bunlar sürü halinde gezen sırtlanlar gibiler aslında, azıcık aykırı görüş bildirsen saldırıya geçecek halde bekliyorlar.

Dünyada 7 milyar insan olduğu tahmin ediliyor. Bu, 7 milyar insanın ayrı ayrı 7 milyar kendi gündemi var demek ve hepsinin de tek tek ayrı sıkıntıları var. Bu sıkıntılar yüzünden de insanların aynı şey hakkında farklı düşünmeleri kadar doğal bir refleks olamaz.

Mesela kocası ölmüş çocuklu fakir bir kadının ilk gündemi de derdi de akşam sofraya ne koyacağı oluyor.

Ya da Akdeniz'de şişme bir bot ile ilerleyen bir mültecinin ilk gündemi o an sadece karaya nasıl ulaşacağı.

Kalabalık bir şehrin kalabalık bir hastanesinde can çekişen bir hastanın ilk gündemi son bir nefes alıp alamayacağı oluyor haliyle.

Bu insanları kutup ayılarının tükenip tükenmeyeceği, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri, Plüton’un gezegen olup olmadığı ya da liberal demokrasinin içine düştüğü kriz konusunda yeterince endişe duymadıkları için suçlayamayız bu yüzden.

Daha dün tecavüze uğramış bir kadının bugün erkekler konusunda olumlu şeyler düşünmesini beklemek ne kadar saçmaysa, savaşın ortasında doğmuş bir çocuğun gelecek adına umut etmesini beklemek de aynı oranda saçma olur.

Bazı insanlar birikim, zekâ ve çevresel faktörler nedeniyle bizimle aynı düşünemez aynı şeye dertlenemez hayata aynı yerden bakamazlar.

Bakmasınlar da zaten.

Herkes benim gibi düşünse ben çok sıkılırdım…

***

Deprem oldu...

Milimetrelik sınır çizgisi sapmaları yüzünden savaşlar başlatan ve asırlar boyunca kana doymayan insanlara, asıl melik kim buraların asıl sahibi kim onu yeniden hatırlattı.

Küsmenin, kızmanın, kırılmanın ne kadar anlamsız olduğunu adeta omuzlarımızdan tutup "kendine gel hayat çok kısa" diye sarsarak bize yeniden anlattı.

En sevdiğimiz insanların en sevdiğimiz eşyaların en sevdiğimiz yemeklerin en sevdiğimiz mekanların aslında saniyeler ile nasıl kaybedeceğimizi yeniden kulaklarımıza fısıldadı.

Bizim olduğunu iddia ettiğimiz bedenimize bile malik olmadığımızı, mülkün sadece Allah'a ait olduğunu yeniden haykırdı.

Bu kadarız işte.

Gücümüzün yettiği yer bu kadar.

Kaf dağına kadar uzanır zannetiğimiz burnumuzun büyüklüğü de bu kadar.

Hiç ölmeyiz, ölüm bizi hiç bulmazmış gibi taptığımız konforumuzun tanrılığı da aha bu kadar işte.

Ona buna yaltaklık yaparak edindiğimiz o koltukların da prestiji bu işte. Zayıfı hor gördüğümüz şizofrenik hayal ürünü olan statünün de hepsi bu.

Biriktirdiğimiz paraların miktarı bu, övündüğümüz evlatlar bu, bebeksi ciltlerimizin sonu bu.

Hepsi ölüm kadar.

Güzel yaşamanın değil güzel ölmenin önemini görmüş olduk.

Unutur muyuz?
Unuturuz...

Bu kadarız işte...