K. Atatürk ile Said-i Nursî kavgası!

Abone Ol
23 Mart, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin vefat sene-i devriyesi. Elli dokuz yıl önce, çileli ama büyük ve parlak zaferlerle dolu ömrünü tamamlayıp Peygâmberler şehri Urfa’da hakkâ yürümüştü. Bir seyahatte olacağımdan, iki gün öncesinde düşünce ve hissiyatımı takdim etmeye mecbur kaldım. Unutmuş olanlara da bir hatırlatma vesilesi olur belki.
Üstad Bediüzzaman'ın Dergâh'ta ilk defnedildiği mekân!

Hayatına düşman olup mağlubuyitten hafakanlar geçiren hasımları, kabrine de tahammül edemedilir. Vefatından bir müddet sonra, bir gece vakti Dergâh’taki kabrini parçalayıp mübarek naaşını bir meçhûle tevdi ettiler. Düşünce düşmanlığından naaş hırsızlığına kadar gerileyip acze düşen hasımlarının devleti temsilen işlediği bu alçakça cürmün faailleri cehennemi çoktan boyladı ama devlet bu yüz kızartıcı icraata sahib çıkmaya devam ediyor. Kırk sefer sözlü ve yazılı olarak sordum: Bediüzzaman’ın naaşı nerede, diye; oralı olmadılar. Dost ve dindaşlarım Ak Partililer de aynı sessizliği devam ettirmekte bir beis görmedi; hâlâ da görmüyorlar.

Vâkıa birkaç seferlik yer değişikliğinden sonra Barla mezarlığına defnedildiğini ifade ve ilân ettim, ancak bunu devletin de itiraf ve teyid etmesi, devlet için hâlâ bir vecibedir. İnşaallah bir gün o da gerçekleşir.

Darbeci devletin Urfa'dan çaldığı naaşını defnettiği ilk yer: Isparta Mezarlığı.

Said-i Nursî, bu toprakların bin yılda yetiştirdiği sadece en büyük zekâlardan biri değil, aynı zamanda büyük bir irâde ve mücadele adamıdır da. Merhum Meriç, bu hakikati ifade sadedinde:

“Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı îmanın, Batı'ya karşı Doğu'nun isyanı. Her risâle bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?” der.

Cumhuriyet tarihi, bir kavga ile başlar: Bediüzzaman ile Kamal Atatürk’ün kavgası. Bin yıllık bir medeniyetin bütün değerlerini hallaç pamuğu gibi dağıtmaya azmetmiş olan Kamal Atatürk’ün karşısında insanlık tarihinin kaydettiği en büyük mücadelelerden birini vermek üzere kolları sıvayan isim Bediüzzaman. Tek vasfı var: Âlim… Yani, veraset-ül enbiya.

Mücadelesinin bedelini dehşetli zulüm ve işkencelere katlanarak, ağır zehirlemelerin hummalarını zemherirde, camsız hapishane koğuşlarında ihtilaçlar ve baygınlıklar yaşayarak, izzet-i nefsine halel getirmemek için gülerek karşıladığı ölüme koşmak yerine, en alçakla hakaretleri yutkunarak öder. Bu büyük fedakârlık ve yalçın karşı koyuşun mükâfatı, kaleme aldığı eser külliyatı ve bugün sayısı yüz milyonları bulan talebelerinin gayretleri ile İslâmiyet’in yeniden ihyası olur.. Evet, Nurculuk hareketi hiç şüphesiz beşeriyet tarihinin kayda değer en büyük ilmî hareketidir. Düşüncenin kaba kuvvet, istibdad ve devlet iradesine galib geldiği eşsiz bir hareket.



Nihayet şimdi medfun bulunduğu kabri: Barla Mezarlığı.

Bediüzzaman’ın asıl tâlihsizliği, talebelerinin muazzam çokluğuna rağmen tam anlaşılamamış olmasıdır. Anlaşılamaması talebelerinin cılızlığı veya tembelliği değil, Türkiye’de ilim zeminin yok edilmiş olmasıdır. İnanç ve irfânları tahrib edilen nesillerin önüne konan garbperest eğitim müfredat ve sistemi ile millete dehşetli bir zihin işgali, bir şuur iğdişi yaşatıldı. Geçmişi olmayan, dilleri lâl, düşünme melekeleri mefluç nesillerin medeniyetimizin düşünce omurgasını temsil eden doksan cild kitabı ezberlemiş, cihan devletinin diliyle yazan Bediüzzaman’ı bihakkın anlamalarına imkân mı vardı? Anlayamadılar…

Uzun zamandır bu fedakâr ve gayretli insanlara insana yatırım yapmaları gerektiğini söylemekten hançerem yırtıldı. Yol bellidir… Risâle-i Nur, bizi geçmişimize, büyük medeniyet ve irfanımıza bağlayacak köprüdür. O köprüyü ayakta tutan omurga, dili. O dil kaybedildiğinde veya büsbütün kullanılmaz hâle geldiğinde, köprü yıkılmasa bile iş göremez hale düşecektir. Öz Türkçecilik ile uydurukça dil, inkılâbların yıkıcılığını tamamlayacak mütemmim cüzlerdir. Ehl-i iman, büyük bir şuursuzlukla bu iki zehirli kaynağa koşmamalı; dil dâvâsı başlı başına büyük bir dâvâdır. Nöbetçisi kalmamış bu büyük hisar yıkılırsa, her şey çöker. Düşünce biter, ilim sukut eder, mankurtluk tavan yapar.

Sadede dönmek gerekirse, kısaca diyorum ki!..

Çok katlı ve debdebeli dershanelerden, şatafattan vaz geçiniz! Ekseriyetin yaşayamadığı bir saâdet ve refahı yaşamak bizler için helâl değildir. Helâl olsa bile takva değildir. Bediüzzaman; bulamadığı, elde edemediği için fakir yaşıyor değildi. Onun fukaralığını ikide bir hatırlatıp zengin yaşamak iflâh etmez bir tezaddır.

Tamam, zenginliğiniz de kabul, Nimet-i İlâhî üstünüzde de tezahür etsin, çok istiyorsanız. Ama bu helâl yanlışı terkedemiyorsanız en azından yanına büyük bir hizmeti de ikame etmelisiniz. Bediüzzaman’ın ezberlediği doksan cild kitabın ilmî zeminini de ihya edecek ve Nurlar’ın bihakkın anlaşılmasını netice verecek, küçük küçük akademiler kurunuz!.. Bu akademilerde kılı kırka yaran, hakikatin keşfi için uykusuz geceleri fecre bağlayan nesiller yetiştiriniz. Böyle yaparsanız İslâmiyet dâvâsı üç yüz yıllık mağlubiyet ve fetreti geride bırakıp, insanlığa saâdet zemini olur.

Devletin, devletlilerin bunu yapmayacakları açıktır. Aman yapmasınlar da. Mani olmamaları kâfidir, lütuf telâkki ediniz. Unutmayınız ki, nasılsanız öyle idare olunursunuz. Nefsimizi ıslâh etmeden başkasını ıslah etmeye çalışmanın yorgunuyuz. Bu çıkmazda sadece biz kaybetmiyoruz; millet kaybediyor, ümmet kaybediyor, insanlık kaybediyor.

Sonra niçin geçmiş irfânımızı bütün sarahati ve incelikleri ile taşıyacak bir mefhûmlar ansiklopedimiz yok? İnsan, kelimelerle düşünür; zaferler önce kelimelerle inşa edilir… Türkiye’nin şimdiki bedbaht nesilleri, üç beş yüz “tilcik”le kekeliyor sadece. Mevcud dil ile değil ilim ve medeniyet inşası, müeddeb şekilde def-i hacet ihtiyacınızı bile ifâde edemezsiniz!

Bu iki büyük maksad için bugün kolları sıvamazsanız, yarın çok geç olabilir, yahut hiç gelmeyebilir.

Vefat sene-i devriyesinin hatırlattığı bu düşüncelerle Üstad Bediüzzaman’a rahmet, küfrî bir kasdın ömrüne dokunmayan devletlülere hidayet, şâkirdlerine ise feraset ve iz’an temenni ediyorum. Bu yarı mefluç hasta gidişata, bu şuur buhranına artık bir son vermemiz temennisiyle.