Neydik, ne olduk…

Tarih sahnesinde iz bırakan necip milletimiz, nice geçilmez engelleri aşmış, birçok badireler atlatmış, hesapsız belalara göğüs germiş ve türlü türlü ihanetlerle karşılaşmış olmasına rağmen, cihanda adaletin ve asaletin pusulası olmayı başarmıştır. Bu tarihi gerçeği Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan coğrafyada inim inim inleyen mazlum halklar daha iyi hissediyor ve bilfiil yaşıyor.

Türkiye’nin Anadolu ve Trakya’dan ibaret olmadığını derinden hisseden bu halklar, Türkiye’de bu tarihi mirasın şuurunda olan siyasi bir akla ve sosyal-zihinsel bir sahiplenmeye olan ihtiyacını her zaman göstermiştir.  

Sinsi planlarla sinik nesiller yetiştirme azmini daima diri tutan dış mihrakların çabalarına, içerideki ahmak sadıkların ve işbirlikçi nefisperestlerin de alet olması ile ne yazık ki bu planlar kısmen de olsa başarılı olmuştur.

Sultan Abdühamid-i Sani der ki: ‘’Bu millet iyidir, lakin bir kusuru var, çabuk unutur.’’ Müslüman elbette kindir olamaz ama müteyakkız olur.  Hataların, gafletlerin, ihanetlerin tekerrür ettiği tarihimiz, merhum Sultanın bu sözünü defalarca yaşamış ve tasdik etmiştir. Daha yirmi otuz sene önceki hadiselerden bile ders çıkaramayacak kadar körleşmek, hakikaten garip bir halidir.

Türlü entrika ve planlarla her yerden kuşatılmaya çalışılan bir devletin ferdi ve muteber bir milletin parçasıyız. İslam’ın hadimi ve bayraktarı olma unvanını, şerefiyle tarihe kazıyan milletimizin gençleri; ne içi boş bir milliyetçiliğe, ne milletimizin ruh köklerine münasip olmayan ideolojilere, ne ahlaksızlığı normalleştiren zihniyete ne de omzuna yüklenen davadan bigâne bir hayata esir olamaz.

Kıbrıs…

Bu genel düşünceleri bir kenara not ettikten sonra, cumhurbaşkanımızın Kıbrıs ziyaretinde verdiği mesajların nelere işaret ettiğine değinmeye çalışalım.

Kıbrıs’ın Anadolu ile olan tarihi, dini ve sosyolojik bağının koparılması için yapılan planların bozulmaya başladığı günlerin arifesindeyiz aslında. Her ne kadar Kıbrıs’ın bir kısmı siyasi olarak özgür olsa da, Kıbrıs Türklerine, Rumları Türklerden daha sevimli gösterme çabasındaki bir aklın epey bir çaba sarf ettiğini hatta kısmen de olsa başarılı olduğunu görebiliyoruz. En azından son cumhurlaşanlığı seçiminin verdiği mesaj budur.

Türkiye bundan sonraki süreçte, siyasi sahiplenmeye paralel olarak belki de daha fazla olarak dini, milli ve sosyolojik bağları diri tutmalı ve eğitim sürecine bu temaları dâhil etmelidir. Kıbrıs artık öze dönüş ve tarihi kimliğine kavuşma noktasında yeni bir sürece girdi.

Kıbrıs sorununda, artık savunmadan çıkıp daha atak bir siyasi sürece girdik. Zaten tümüyle bizim olan, ferasetsiz ve korkak bir zihniyet tarafından elimizden çalınmasına göz yumulan Kıbrıs’ta, asıl işgalci tarafın Rumlar ve Yunanlılar olduğu gerçeği, bundan sonra uluslararası platformlarda daha çok gündeme gelecek.

Sayın cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ta meclis ve cumhurbaşkanlığı binasının inşa edileceğini müjde kabilinden paylaşmasındaki ince mesajı okuyamayan ve derinliğini fark edemeyen sığ fikirliler, ya olayın cesametini anlayamadılar ya da bilerek dış ve düşman mihrakların kullanışlı elemanı olduğunu ikrar etmiş oluyorlar.

Aslında çözüm sürecinin nafileliğinin gün yüzüne çıkmasından itibaren başlayan, Karabağ Savaşı ile belirginleşen ve Kıbrıs ziyareti ile daha net okunan adeta ete kemiğe bürünen yeni Türkiye Devleti stratejisi, dost ve kardeş ülkelerle oluşturulan sinerji ile, yeni dünya nizamının en aktif ve etkili aktörlerinden biri haline geldi.

Millete sevgisine ve devlete bağlılığına söz ettirmeyen sözüm ona bazı vatanseverler, hala bir kısırdöngü içinde meseleyi hükümet boyutunda anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.

Artık dünyada söz sahibi olmak için, ekonomik ve teknolojik gücün yetmediğini, geçen yüzyıl açıkça göstermiştir. Bu iki güce eklenmesi gereken en önemli unsur gönüldeş bir hinterlandı n varlığıdır. Bu hinterlandı sağlamada, gönül coğrafyası olarak tabir edilen Türk ve Müslüman ülkeler ve halkların, Türkiye’ye olan itimadı ve sempatisi yeterli bir güçtür.

Davası, insanlığın devası olacak güçlü bir Türkiye’nin varlığına, dirilişine, direnişine şahit olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Daha uzun soluklu ve ihtişamlı bir istikbal için akıtılan terler, dökülen kanlar ve yürünen yollar, gelecek nesillerimize en büyük kuvve-i maneviyeyi temin edecektir.

Hülasa; hem zaman ve zemin Türkiye’mize bu misyonu yüklemiştir hem de murad-ı ilahinin bu yönde olduğunun yeterli işaretleri tarihen sabittir. Bu mühim misyonun hayata tam hâkim olması için üç önemli öncülün sağlanması gerekir. İlki Ahlaken temiz bir toplum-nesil yetiştirmek… İkincisi İslam devletlerinin birliği sağlamak… Üçüncüsü de Türk dünyasının Ruslarla olan suni bağını kesip hakiki mecrasına raptetmek…

Kıbrıs davası özelinde, girdiğimiz yeni sürecin nelere gebe olduğuna dair,önümüzdeki aylarda daha net adımlar göreceğiz.

Selam ve dua ile…