İnsanlar ve evren atomların bir araya gelmesi ile oluşuyor biliyorsunuz.

Bir insanı oluşturan atomların içindeki tüm boşluk emildiğinde insandan geriye kalan tuz tanesi kadarmış. Ve dünyadaki tüm insanlara aynı işlem uygulansa insanların dünyada toplam kapladığı alan portakal büyüklüğünde oluyormuş.

Koskocaman bir boşluk var içimizde anlayacağınız. Kocaman bir evrende kapladığımız alan, varlığımızın hepsi tuz tanesinden daha küçük.

İyi de insanı insan yapan şey böbrekleri, karaciğeri, kulağı, kalbi değilse ne?

Şefkati mi, nefretleri mi, ağladığı anlar mı, kaçışları mı, kavgaları mı, girdiği savaşları mı?

Sahi ne bizi insan yapar?

Affedişlerimiz mi, öfkelerimiz mi, özlemlerimiz mi, yalanlarımız mı, inandıklarımız mı?

Belki hepsi belki hiçbiri.

Atomların arasındaki boşlukları ne ile doldurduğun ile alakalı belkide insanlığın. Kin ve nefret ile mi dolduruyorsun yoksa oluk oluk tevbeler mi sığdırıyorsun aralarına?

İşlediğin her günahın gözyaşlarımı akıyor boşluklarının patikalarında, yoksa her günahının dumanında mı boğuluyorsun?

Belki de insanı insan yapan şey sorduğu sorular ve bulduğu cevaplardır...

Tüm bu hiçliğin ve bilinmezliğin içinde insanın cürreti de ayrı komedi.

Düşünsene içindeki tüm boşluk şırınga ile çekilse tuz tanesi kadar kalıyorsun da, boyuna posuna bakmadan Suriyeliler gitsin, Kürtler şöyle, Araplar böyle, filanca çingene, üst komşu laz diyebiliyorsun.

Atomların arasındaki boşluklarda kaybolduğunu hiç düşünmeyip, mülkler edinip melikliğini ilan ediyorsun. Sonra da sen buraya gelemezsin şu sınırdan içeri giremezsin diyorsun. Teni siyah olanı hor görüp beyaz olana secde edecek oluyorsun.

Üstelik tüm bu kavgayı öldükten sonra boşluklarına kadar çürüyecek olan bedenin için yapıyorsun.

Değer mi?

***

Tuhaf bir din anlayışı gelişti son yıllarda.

Kocaman yuvarlak masaların etrafında kocaman şamdanlar ile iftar açınca Allah’a daha yakın, tıka basa yediğimiz zaman Allah’a daha uzak hissedemiyoruz.

“Ararım ararım seni her yerde” ney ile çalınınca kendimizi daha dindar, ama klarnet ile dinleyince günahkar zannediyoruz.

Bir sünneti yerine getirmek için erkek çocuklarını kullanıyoruz ama sünneti ifa ettik diye kadın erkek göbek atıyoruz.

Farz olan cumaya gitmeyen vacip olan bayram namazını kılınca iyi hissediyorda kendini, kimsenin aklına bu beş vakit ne olacak sorusu gelmiyor.

Dünyada müslümanlar aç iken obezite ameliyatları hakkında Google dolaşıyor, nutella kaşıklarken Yemen’i bombalıyor diye Suudi Arabistan’a lanet yağdırıyoruz.

Domuz eti yemeyi büyük günah sayıyor da gıybet yapıp insan eti yemeyi hafife alıyoruz.

Düğünlerimizde iki semazen ücreti mukabil dönünce adı İslami düğün oluyor, yapılan israfın adını hiç koymuyoruz.

Kehribar tesbihlere verilen binlerce lira ile bin Allah çekmek kolay da, bir fakiri on gece doyurunca zorlanmış hissediyoruz.

Saç göstermenin büyük günah ama düğünde örtüsü ile başka adamların önünde gerdan kırmanın abesliğini attığımız hayırlı cumalar mesajı ile telafi ediyoruz.

Yaşadığımız şeyin adı İslam değil.

İşime öyle geliyor dini! 
Onun yeri bunun yeri ayrı dini! 
Dostlar alışverişte görsün dini! 
Benim kalbim temiz dini!

Birilerinin sarıldığı, birilerinin her fırsatta saldırdığı, birilerinin de salladığı kimsenin hakkıyla yaşamadığı “Garip” kalmış bir din…