Busra’nın adı ilk kez MÖ 15. yüzyılda Mısır Firavunu III. Tutmosis’in listelerinde geçiyor. Nabati Krallığı döneminde önemli bir ticaret merkezi olan şehir, Roma İmparatorluğu tarafından Arabistan eyaletinin başkenti yapıldı. Bizans döneminde ise hem büyük bir pazar hem de dini merkez haline geldi.
634 yılında Halid bin Velid komutasındaki İslam orduları tarafından fethedilen Busra, İslam topraklarına katılan ilk Bizans şehirlerinden biri oldu. Emeviler döneminde dini ve kültürel merkez haline gelen kent, Abbasiler ve Osmanlılar döneminde de önemini sürdürdü.
Hz. Muhammed ile Rahip Bahira’nın Buluştuğu Şehir
İslam tarihinde özel bir yere sahip olan Busra, Hz. Muhammed’in çocukluk ve gençlik yıllarında iki kez ziyaret ettiği şehir olarak biliniyor. Siyer kaynaklarına göre, 9 veya 12 yaşındayken amcası Ebu Talib ile yaptığı ilk seyahatte, Busra’daki manastırda yaşayan Rahip Bahira, küçük Muhammed’i tanıyarak peygamber olacağını müjdeledi.
Hz. Muhammed’in 25 yaşında Hz. Hatice’nin kervanını yönetirken yaptığı ikinci seyahatinde ise Rahip Nastura, “Bu ağacın altına peygamberden başkası inmedi.” diyerek ona dikkat çekti. Günümüzde Rahip Bahira’nın adını taşıyan manastırın yalnızca duvar kalıntıları, sütun temelleri ve apsis izleri ayakta bulunuyor.
Mebraku’n-Nâka Camisi Manevi Değerini Koruyor
Busra’nın kuzeydoğusunda bulunan Mebraku’n-Nâka Camisi (Devenin Çöktüğü Yer Camisi), İslam tarihinde önemli bir kutsal hatırayı yaşatıyor. Rivayete göre, Kur’an-ı Kerim’in ilk nüshasını taşıyan deve burada çöktü ve nüsha bir süre bu bölgede muhafaza edildi.
Ünlü seyyah İbn Battuta, eserinde hacıların Busra’da dört gün beklediğini yazar. Caminin müezzini Abdullah Nicim, yapının Hz. Muhammed’in devesinin çöktüğü kayanın üzerine inşa edildiğini belirterek, “Cami aydınlatma ve bakım desteğine muhtaç durumda.” ifadelerini kullanıyor.
Osmanlı Döneminde Busra ve Hicaz Demiryolu Bağlantısı
Busra, Osmanlı döneminde Şam vilayetine bağlı Havran sancağına dahil küçük bir yerleşimdi. Evliya Çelebi, şehrin 300 haneli, camili ve mamur bir köy olduğunu kaydeder.
Bölgedeki Mikdad bin Esved’in soyundan gelen Mikdadiyye ailesi, Osmanlı nezdinde önemli bir yere sahipti. Bu ailenin etkisiyle, II. Abdülhamid döneminde Hicaz Demiryolu hattı Müzeyrib’den Busra’ya uzatıldı. Böylece şehir, hac güzergâhı üzerindeki önemli bir durak haline geldi.
Roma Tiyatrosu ve Tarihi Yapılar Ziyaretçileri Büyülüyor
Busra’nın simgesi haline gelen Roma Tiyatrosu, İmparator Trajan döneminde (2. yüzyıl) inşa edildi. 15 bin kişilik kapasitesiyle dünyada tamamen sağlam kalmış nadir antik tiyatrolardan biri olarak kabul ediliyor. 7. yüzyıldan itibaren çevresine sur duvarları ve kuleler eklenerek kaleye dönüştürüldü.
Ayrıca Busra Kalesi, Zafer Kemeri, Serir Bint el-Melik Tapınağı, El-Hawa ve El-Nabati kapıları gibi birçok tarihi yapı, kente gelen ziyaretçilere zaman yolculuğu hissi yaşatıyor.
İç Savaşın Yarattığı Tahribat ve Yeniden Canlanma Umudu
Busra, 2011’de başlayan Suriye iç savaşının güneydeki önemli merkezlerinden biri haline geldi. Rejim karşıtı gösterilerin simgesi olan şehir, daha sonra hava ve kara saldırılarına maruz kaldı.
Antik tiyatro ve manastır kalıntıları bu saldırılarda ciddi zarar gördü. Kentte yaşayanların büyük kısmı göç etmek zorunda kaldı. Yerel rehber Ahmed el-Mikdad, “Bölge halkının yüzde 99’u göç etti, manastır saldırılardan zarar gördü. Yeni yönetimin burayı restore ederek turizme kazandırmasını istiyoruz.” dedi.
Tarih, İnanç ve Umudun Kesiştiği Nokta
Bugün Busra Antik Kenti, hem İslam tarihinin kutsal izlerini hem de Roma ve Bizans uygarlıklarının görkemli mirasını bir arada barındırıyor. İç savaşın izlerini hâlâ taşıyan şehir, yeniden ayağa kalkmayı bekliyor.
Tarihin, inancın ve medeniyetin buluştuğu bu şehir, restore edilip turizme kazandırıldığı takdirde, geçmiş ile bugünü birleştiren evrensel bir barış ve kültür simgesi haline gelebilir.