İnsanın tanımını yapamayan, insanın ne olduğunu, kim olduğunu, asliyetini anlayamayan, anlatamayan  hayatı ve kainatı ne kadar anlar ve anlatabilir ki?

Batı zamanında madde dedi ve maddeci zihniyetle kendi bilimini ve felsefesini oluşturdu. Newton Fiziği en büyüktü. Kuantum çıktı mertlik bozuldu :)


"Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken yok olmaz" dediler ama aslında herşey yoktu. Kuantum çıkmadı, zaten bir boyut olarak, bir bilinç düzeyi olarak hep vardı. Yeter ki insanoğlu bir boyut atlayabilsin. Ama Kuantum nihai nokta değil, olamaz da. Dünyanın son asırda tanıştığı Kuantumun söylemlerini bizim ceddimiz yüzyıllar önce söylüyordu. Dinlemesini bilmek gerek. “Bu dünya bir hayal”, “Niyet hayır akıbet hayır” vb.

Maddeci zihniyet için, bilinçte bir devrim olan Kuantum, bizim için sadece alt basamaklardan biriydi. Kaybettiğimiz değerleri, SOKAK LAMBASININ altında aramak işimize geliyor. Oysa biz orda kaybetmedik ki malımızı. Nerde kaybettiysek orda arayalım…

Ceddimizin ‘okunmuş suları’ ile dalga geçen, ‘yağmur duası’na çıkanları "gericilik" ve "ahmaklıkla" suçlayan zihniyet, bir Japon bilimadamının olumlu düşünme ve konuşma tekniği ile su moleküllerini etkilediğini ispatladığında utanmış mıdır acaba? Ceddimizin ve halen de halkımızın GLOBAL olamamış, kendi halinde "kuantumunu" anlayabilmek için çaba sarfetmiş midir acaba? Sovyet Rusyası da zamanında ‘toplu düşünce’ ile güdümlenebilecek silahlar üzerinde çalışmalar yapmaktaydı.

Belki TELEVOLE medyasının da katkısı ile “ olumlu düşün, her şey olumlu olsun” cümlesi ile kurgulanmaya ve empoze edilmeye çalışılan Kuantumun gerçeği böyle miydi acaba? Kader var mıydı, yok muydu? Sırplar tarafından katledilen 8.000 Bosnalı, herhalde yatıp kalkıp katledilmeyi düşünüp düşlemiyorlardı. Hayatlarının baharında askere giden Mehmetçiklerimizin düşüncelerinde geleceğe dair yaptıkları planlar vardı. Anlamsız bir kavganın ürünü olan bir kurşunla hayata gözlerini yummak değildi istekleri, düşünceleri. Beyinlerindeki umutvar düşüncelerin titreşimleri ve gönüllerindeki hevesler havayı yararak gelen ve pek te kör olmayan kurşunları bertaraf edememişti.  Tıpkı ecdad yadigârı Bosnalıların, "çagdaş, demokratik, medeni ve aşmış" Avrupa’nın göbeğinde kışkırtılmış ve şımartılmış Sırpların kurşunlarını, kör bıçaklarını bertaraf edemedikleri gibi. Ya da, bir Kürt anne ve babanın evladına dair düşleri arasında onun mürüvvetini görmek vardı, dağa çıkması değil.

Hayatı ve kainatı; aklımız ve beynimizle yüzde yüz anlamamız ki buna "hikmet" de denir, pek mümkün değilken; olup olacak herşeyi kontrol edebileceğimize inanmamız ne komik değil mi?

Maddeyi, maddenin aslını anlayamayan batı, kuantumu da pek anlamamış anlaşılan. “Ben yaparım, ben büyüğüm, herşey bende, güç bende” ile bir yere varılsaydı tarihe gömülen o meşhur ‘ben’ler ne tarih olurdu ne de hüsran…

Ezcümle, "Batı cephesinde yeni birşey yok". Hâlâ ‘ben’deler. Aşama katedememişler. Oysa farkındalığı olanda ‘benlik’ olmaz. Ortada ‘ben’ de kalmaz. Mutlak mânâda madde de yoktur, kuant ta, enerji de... Sadece ezelde ve ebedde olan vardır. El an, her an...