Bazen o kadar çok konuşuyorum ki kendi içimdekileri yağmalayıp başkalarına dağıtıyorum. Bunu fark ettiğim de gidip dağıttıklarımı geri almak istiyorum.

Ama bir cümle var içimde sanki hep görmezden geldiğim. Onu kendim bile duymayayım diye onca gürültüyü çıkarır gibiyim.

Saatlerce bir kitaptan bahsedebiliyorum. Muhatap sevmiyorsa kitapları hayat pahalılığı yetişiyor imdadıma.

Bir parkta hayattan kopmuşların hakkında kurbanımı seçiyorum bazen. Vefasızlıktan başıma gelenlerden bahsediyorum. Gizli cümleyi duymamak için.

Sonra bütün o yaşlıları ve torunları, çay satıcısını ve fıskiyeden gelen su sesini arkamda bırakıp, hatta arkamda hiçbir şey bırakmamış gibi bırakıp kalkıyorum oradan. Arkamdan ne düşünüldüğünü bilmiyorum. Tek bildiğim, içimde bir cümle olduğu, o cümleden hiç söz açmadığım. Onu bir kez içimden çıkarsan bunca söze hiç gerek duymayacağım…

Sustuğum zaman da başkalarının konuşmasını dinliyorum. Bende yarım kalan her cümle başkalarının dilinde devam ediyor adeta.

Bazen yazarak konuşuyorum. Kabul, en çok yazarak konuşuyorum. Yazılacak cümlelerim bitip enter tuşuna basınca aslında bir cümleyi yazmamak için bir çok cümleyi kurduğumu fark ediyorum.

Ne zaman susan birini görsem baş edemeyeceğim bir düşmanla karşılaşmış gibi irkiliyorum.

Çünkü konuşmuyor, çünkü bir cümleyi saklamak için sayısız cümleden duvarlar örmüyor. Ve aslında susan biriyle karşılaştığımda, konuşulmamış sözün ne denli ağır olduğunu kavrıyorum.

Bir suskunla karşılaştığında, şaşkınlıkla, hep konuşarak üstünü örttüğüm şey geliyor aklıma.

Neydi acaba ya diyorsun onca kelimenin cümlenin sesin ardına sakladığım o cümle?

Korumaya aldığım bir cümlem var mıydı yok muydu onu bile bilmiyorum artık.