Boğulanlar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre boğulanların büyük çoğunluğu çok iyi yüzme bilen insanlarmış. Kendilerine çok güvendikleri için denize açılır ve geri dönemezlermiş.

Trafik kazaları üzerinde yapılan araştırmada da aynı sonuç çıkıyor. Çok iyi araba kullandığına inanan insanlar, emniyet kemeri takmıyor, hız yapıyor, kurallara uymuyor sonunda kaza yapıyorlarmış.

Sosyal hayatta da bu böyle değil midir? "Bu işi en iyi ben yaparım" diyenlerin iflas ettiğini, en mükemmel benim evliliğim diyenlerin boşandığını, en ahlaklı benim diyenlerin mutlaka hata yaptığını görmüyor muyuz?

Peki neden böyle oluyor?

Bilimin "ego" olarak adlandırdığı, tasavvufun "nefis" dediği, Budizm'in bundan kurtulmak için Nirvanayı işaret ettiği, içinden keşişler çıkaran, ağlama duvarlarında ağlatan, dünyanın neresine giderseniz gidin insanın başının belası, bu adı kesin konulamayan şey nedir?

Kimisi sema dönünce, kimi dilini damağına yapıştırınca, kimi saçlarını kazıtınca, kimi Nil'de yıkanınca, kimi ayak parmağını burnuna değdirince, kimi kulağından ıspanak suyu dökünce bu halden kurtulacağını düşünüyor.

İnsan ne zaman "ben en iyisiyim" diye yola çıkarsa hep yarı yolda kalıyor bu tartışmasız. Ne zaman "bu işi benden iyi yapan yok" derse tökezliyor.

Siyasete bakın bu böyledir, sosyal medyaya bakın böyledir, komşunuza bakın böyledir...

Uzaklara gitmeye gerek yok kendi içinize dönün diyeceğim ama insan en çok kendine uzak değil mi?

Kendi içimizin patikalarında kaybolduğumuz, kendi okyanusumuz da boğulduğumuz, kendi uçurumumuzdan intihar ettiğimiz için zaten başımıza gelenlerin sorumlusu biz değil miyiz?

Kendi sandalyemize kendimiz tekme atıyor celladı suçluyor, kendi cinayetimizin katiliyken maktül süsü veriyoruz.

Bizden başka herkes suçlu, herkes beceriksiz, herkes aptal herkes iflah olmaz.

En mükemmel biziz, en iyi insan biziz, en hatasız biziz en günahsız biziz...

***

Sitenin kapısının önünde sesler yükselince istemsiz cama yöneldim. Kiminin saçı dökülmüş, kimi kaçak göbek çıkıp imar izni almamış, kimi sigarayı içmeyip yemeye çalışan dört adam hararetli hararetli bir şey konuşuyordu.

Kavga desen değil, başlar birbirlerini onaylar gibi hızla sallanıyor "olmaz ya böyle olmaz ya" diye gaza getiren cümleler havada uçuyordu.

Ya dedim ne olmuş olabilir ki bu arkadaşlar bu kadar sinirlenmiş, tek yürek olmuş gözleri dolu dolu bir davayı canhıraş savunuyor?

Kulak misafiri olunca içlerinden biri "burası top oynanacak yer değil yaaaauw" dedi kemçük ağzını yaya. Öbürü bu kutlu davada kardeşini (!) yalnız bırakmayıp RedKİT gibi tuttuğu sigarası ağzındayken cevap verdi "öyle kardeşim toplantı düzenlemek lazım olmaz bu iş"

Kocaman adamlar küçücük çocukların oynadığı topa kafayı takmış, yetmemiş ciddi ciddi kin biriktirmiş, o da yetmemiş kapının ağzında bunu konu edecek kadar sabırları artık kalmamıştı.

Ne yapacak peki bu çocuklar?

Evler maşallah artık katalog ev gibi döşeniyor. Koltuğun en beyazı, halının en pahalı, perdenin en ipeği seçiliyor. Vitrinler züccaciye mağazası gibi süsleniyor.

Ne yapacak bu çocuklar?

Oraya elleme, orayı dağıtma, onu merak etme, zıplama, koşma, dokunma!

Eee bahçeye çıkayım?
Çıkma!

Herkese sorsan çocukluğunu özlüyor ama özlemle yaşadığı o çocukluğu kendi evladından esirgiyor. Test çözdüğü kadar değerli, takdir aldığı sayıda akıllı.

Şunun şurasında bir kaç yıl daha zıplayacak "aman ne derler" diye düşünmeden üç beş yıl daha koşacak ne olur yani idare etseniz?

Bıraksanız oynasalar sonra büyüyünce bela olmasalar topluma ne olur?