Yeryüzünde her ne kadar riya, fitne, fesat, nefret ve düşmanlık varsa hemen hepsinin tohumlarını kilometrelerce metrekare alana yayılan coğrafyalara eken ABD, son yüzyılın tek dişi kalmış canavarı olarak karşımızda duruyor.

Uluslararası ölçekte karşısına çıkan hemen her ülkeyi boyunduruk altına almaya çalışan ABD’nin emperyalist ve sömürgeci anlayışı, son yüz yılın en büyük ateş çemberini oluşturdu. Ürettiği yalanlar üzerinden ülkeleri kaos ve savaş bataklığına sürükleyen ABD, gittiği her yerde işkence üsleri kurarak hem halkların psikolojisini allak bullak etti hem o ülkelerin yönetimlerini kuklalaştırmaya çalıştı.

Zulüm halkasına dâhil ettiği birçok bölgeyi sırf kendi maddi çıkarları uğruna sömürmek için tahakküm altına alan ABD’nin dilindeki demokrasi ve özgürlük palavraları ise yapıp ettiklerinin kılıfı olmaktan öteye geçmedi.

“DEMOKRASİ” BAHANE “İŞGAL” ŞAHANE

Her geçen yıl borçları artan ve kaynakları tükenen ABD gelecek hesaplarını Müslüman ülkelerin sahip olduğu potansiyel varlıkları sinsi küresel planlarıyla ele geçirmek üzerine kurdu. Bunun planlarını devreye sokarken uluslararası hukuk nezdinde meşru göstermek için kendine kurdurduğu terör örgütleri üzerinden sahte düşman türeten ABD, ayak bastığı ülke halklarının sözde çıkarlarını gözettiği yönündeki söylemlere sarıldı.

Amerikan işgal haritası 20. yüzyıldan bu yana Latin Amerika olmak üzere batı yarımküre olarak adlandırılabilecek bölgedeki ülkelerde gerçekleştirdiği müdahalelerle başladı. Daha sonra bu müdahaleci tavrını dünyaya egemen olabilmek adına Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerine doğru yaydı. Amerika’nın Soğuk Savaş döneminde gerçekleştirdiği müdahaleler ile Soğuk Savaş sonrası dönemde gerçekleştirdiği işgallere ise farklı adlar koydu. Soğuk Savaş döneminde ABD “meşru hükümetin çağrısı”, “kendi vatandaşlarını koruma” veya “meşru müdafaa” gibi bahanelerini kullanırken Soğuk Savaş sonrası dönemde ise “insani müdahale”, “teröre karşı savaş” gibi bahaneleri ileri sürdü. Tüm bunlar bir yana ileri sürdüğü en büyük yalanı ise sözde “demokratikleştirme” çabaları oldu.

KENDİNE DÜŞMAN TÜRETTİ

11 Eylül ikiz kuleler saldırısı sonrası Usame Bin Ladin figürü üzerinden El Kaide’yi kendine düşman ilan eden ABD’nin Afganistan’a operasyonları başladı. Burada asıl amaç bölgeyi Rusya ve Çin’in etki alanından çıkararak Afganistan’ın sahip olduğu geleceğin en kıymetli Lityum madenlerine benzer kaynakları sömürmekti. Zira 2010’da New York Times gazetesinin ortaya çıkardığı 2007 tarihli bir Pentagon Belgesi’nde, Afganistan için “Lityumun Suudi Arabistan’ı” tanımı yapılmıştı.

Elektronik cihazların pillerinde kullanılması, maden alaşımlarında çok önemli bir rol oynamasının yanı sıra, geleceğin süper enerji kaynağı termonükleer füzyon reaksiyonları için gerekli olan bu madde Trump’ın da gözdesi haline geldi.

Seçilmeden önce 17 yıldır devam eden Afganistan savaşından ABD askerlerini çekeceğini söyleyen Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra bu savaşı sahiplendi. Hatta İngiliz Independent Gazetesi, 21 Ağustos 2017 tarihli sayısında, “Donald Trump, Afganistan’ın 1 trilyon dolar değerindeki maden kaynaklarını 16 yıllık savaşın tazminatı olarak görüyor” başlığını attı.

Neyse ki yıllardır süren savaşta vatanını savunmak için silah kuşanan Taliban kuvvetleri karşısında aciz düşen ABD, birçok kez masaya oturmak zorunda kaldı.

IRAK’TA KİMYASAL SİLAH YALANI

ABD Başkanı George W. Bush 17 Mart 2003 tarihinde uzun yıllar boyunca kitle imha silahlarına sahip olmakla suçladığı Irak yönetimine, 48 saat geçerliliği olan bir ültimatom verdi ve 19 Mart tarihinde Irak işgalini başlattı.

20 Mart 2003’te Beyaz Saray yayınladığı bir bildiride, 35 ülkenin işgale askeri destek verdiğini ilan etmiş aynı açıklamada 15 ülkenin de Irak işgaline destek verdikleri ancak isimlerinin açıklanmasını istemedikleri bildirilmiştir. Her şeyin bir medya gösterisinin parçası olarak profesyonelce düşünüldüğü sürece ABD, bir de gösterişli bir isim bulmuştu: Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu (Operation Iraqı Freedom).

ABD savaş öncesi Irak yönetimi ile El Kaide’yi ilişkili göstermeye çalışmış ve kimyasal silahları gerekçe göstermiş ve bunun gerekçelendirilmesi için bir dizi algı mühendisliği ürünü açıklamalar yapmıştı. O tarihte Irak’ın işgal edilme sebepler arasında gösterilen kitle imha silahları ve El Kaide varlığının yalan olduğunu ise kendi ağızlarından itiraf ettiler. Yıllar sonra dönemin Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, ABD eski Başkanı George W. Bush’un 2003’te işgal etmesinden evvel Irak’ta Kaide ve DAEŞ’in olmadığını söyleyerek hem işgal bahanelerinden bir olan Saddam-Kaide bağlantısının yalan olduğunu hem de Kaide’yi Irak’a ABD’nin soktuğunu kabul etmiş oldu. Earnest aynen şu ifadeyi kullandı: “Irak Kaidesi ile DAEŞ arasında bağlantılar olduğunu destekleyen geniş çaplı kanıtlar var. Başkan Bush’un bu ülkeye karadan konuşlanma kararından önce Irak’ta Kaide’nin bulunmadığı da bir gerçek. Bu tarihi bir gerçek”.

Kaynak: Diriliş Postası (Muhammed Şimşek)