Soğuk Savaş’tan sonraki on yıl, ABD hegemonyasının bütün dünyada net bir şekilde hissedildiği bir dönem olmuştu. 2000’li yıllardan bu yana ise ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri üstünlüğünün yavaş yavaş sorgulandığı ve kimilerine göre dengelendiği bir dönem yaşıyoruz. Küresel güçler arasındaki mevcut dengenin değişmesinin en önemli sebeplerinden biri de hiç şüphesiz Çin’in yükselişi. Ancak bu değişimi sadece ABD’nin düşüşü ve Çin’in yükselişi üzerinden okumak konuyu doğru ve yerinde tartışmamızın önündeki en büyük engellerden biri. Bu durum aynı zamanda dipsiz bir kuyuya dönen Çin tehdidi ve Çin’in barışçıl entegrasyonu tartışmalarının da en önemli sebebi. Dolayısıyla tartışmayı değişkenlerin sayısını artırarak ve mümkün olan en geniş analiz penceresinden değerlendirmek gerekiyor.

Kendi kalkınma modelini uyguluyorlar

Aslında 1980’li yıllardan bu yana Batılı kalkınma modelleri (Washington Uyumu) ile açıklanamayan ama ekonomik bağımlılık açısından Batılı kalkınmış ekonomilerle yakın bir ilişki içinde, kendi kalkınma modellerini uygulamaya çalışan ve yükselen güçler olarak tanımlanan ülkeler var. Literatürde her ne kadar henüz bir uzlaşı olmasa da son yirmi yıllık ekonomik, demografik, sosyal ve siyasi göstergelere göre iki ülke bu yükselen güçler arasından belirgin bir şekilde ön plana çıkıyor: Çin ve Hindistan. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkeleri arasında sayılsalar da bu iki ülke birçok açıdan diğerlerinden ayrışıyor. Dolayısı ile bölgedeki gelişmeleri değerlendirirken yeni değişkenlerin etkilerini ihmal etmemek gerekiyor.

Ancak ne Çin ne de Hindistan henüz kendi stratejilerini bağımsız bir şekilde uygulayacak bir güce sahip değil. Her ne kadar bu iki ülke yükselen güçler arasındaki başat ülkeler olarak nispeten daha bağımsız ve istikrarlı dış politika uygulamaya çalışsa da hem büyük güçlerin muhtemel pozisyonlarına hem de aralarındaki rekabete oldukça duyarlılar. O halde Çin ve Hindistan arasındaki ilişkileri nasıl değerlendirmeliyiz? Ülkelerin ulusal çıkarları ve büyük güçler ile ilişkileri bu ülkelerin küresel ve bölgesel politikalarına nasıl yansıyor? Modi’nin ziyareti mevcut ikili ilişkileri ve bölgesel düzeni nasıl etkiler?

Çin ve Hindistan’ın yükselen güçler olması birbirleri ile hem rekabet hem de işbirliği mekanizmaları kurmalarını gerektiriyor. İki ülke arasındaki rekabet unsurları ile işbirliği unsurları oldukça girift ve iç içe geçmiş durumda. Bu işbirliği ve çatışma mekanizmalarını iki başlık altında inceleyebiliriz:

Ekonomik kalkınmanın sınırları

Çin ve Hindistan sahip oldukları coğrafya ve nüfus açısından Doğu Asya’nın hem tarihi ve kültürel anlamda şekillenmesinde hem de ekonomik kalkınmasında etkili olan en önemli ülkeler arasındadır. Son yıllarda ise bu verili güç unsurlarına ek olarak, hızlı ekonomik büyüme, teknolojik atılım, ihracat-merkezli büyüme, gelir düzeyindeki artış, yaşam standartlarındaki yükseliş, otoriteryanizm, yerlicilik ve popülizm ile çevre sorunları iki ülkenin yükseliş hikayesini yakından etkilemektedir.

Çin’in ekonomik yükselişi Hindistan’a göre daha dinamik ve küresel ekonomiyi etkileme gücü açısından daha kritik bir seviyede. Ancak Hindistan’ın özellikle genç nüfusu ve bu nüfusu Çin’e göre daha dinamik ve üretken bir şekilde ekonomiye entegre edebilme ihtimali çok daha yüksek. Zira Çin’in yaşlanan nüfusu ve yeni orta sınıfların, muhtemelen 2020’li yıllarda mevcut nüfusun yarısından fazlasını oluşturacak olması ciddi bir sosyal güvenlik ve yönetişim sorununu ortaya çıkarıyor. Hindistan bu seviyelere Çin’den yaklaşık yirmi yıl sonra gelecek.

Bölgesel kriz alanları ve güvenlik

Hindistan ve Çin ekonomik anlamda bir başarı hikayesi ortaya koyarken diğer yandan iki nükleer güç olarak hem bölgesel hem de küresel siyasette daha etkin olmaya çalışmaktalar. Hindistan’da Hint milliyetçiliğini en önemli siyasal söylemi haline getiren Modi liderliğindeki BJP hükümeti, bölgesel güvenlik konularında da eskiye göre daha saldırgan politikalar uygulamaktadır. Hindistan son yıllarda küresel silah piyasasında en fazla silah satın ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır.

Hindistan’ın kuzey sınırlarındaki toprak bütünlüğü sorunları ile beraber düşünebileceğimiz Hindistan-Pakistan arasındaki güvenlik sorunları sadece iki ülke arasında bir sorun değildir. 1947 yılında Hindistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Pakistan ile Hindistan arasındaki Keşmir sorunu, 1963’te Çin’in de dahil olması ile üç taraflı bir soruna dönüşmüştür. Hindistan ve Pakistan’ın ardı arda nükleer silaha sahip olmaları ile sorun daha da karmaşık bir hal almıştır.

Kaynak: Diriliş Postası