''Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!'' diyor Necip Fazıl. Kendisi "öfke duygusunun şairi" olarak nitelendiriliyor literatürde. Bana bu durum hep tuhaf gelmiştir. Diğer herkes aşkı, doğayı, sevgiyi anlatırken Necip Fazıl'ın öfke için şiirler yazması bana enteresan gelmişti. Sonra Necip fazıl ile aynı mefkurenin meftunu olmaya başlayınca onu daha iyi anlamaya başladım.

Bir Müslümanı ayakta tutan, harekete geçiren en önemli duygu ÖFKE!

Necip Fazıl vefat ettikten sonra bir daha onun gündem yaptığı öfke duygusu hiç onun zamanındaki kadar yer bulamadı bu topraklarda. Hepimiz çok ponçik çok barışçıl herkesi anlayan ve hak veren bana dokunmayan yılanın alnından öperimciler olduk. Sloganımız bile vardı "İslam barış dinidir". Dağdan inip bağdakini kovmak isteyenlere "höt!" bile diyemeyen pamuk şekerleri gibi dolaşmaya başladık etrafta.

''İslâm, Arapça barış mefhumunun köklerinden türemiştir, İslâm bir barış dinidir, sevgi medeniyeti, merhamet pınarıdır; bize düşen bunu ihyâ etmektir'' gibi esasen hiçbir şey ifade etmeyen, Müslümanların siyasî, iktisadî, ictimâî, dinî hiçbir meselesini sonuca ulaştırmayan, İslâm dünyasının herhangi bir davasına dair bir tane problemine reçete sunmak şöyle dursun, bu sorunları tespit dahi etmekten aciz bir söylem geliştirmeyi birincil meşguliyet edindik.

Basbayağı bir mücadele dini olan İslamı "salla başı al sevabı" teranesi ile pasivize eden iki yüz yıllık politika doksanlarda zirve noktasına ulaşmıştı. Sormayan, kızmayan, yumruk sıkmayan, direnmeyen müslüman tipi ortaya çıktı. Namaz kıl ama cihad etme, oruç tut pide ye ama direnme, kurban kes ama lütfen bir görüş bildirme ayarına getirdiler müslümanları

Ak parti'nin bu başarısının sosyolojik temelinde öfke duygusu yıllarca pasivize edilmiş müslümanların, öfkelerini rahat dile getirecekleri ortamı yakalayabilmiş olmaları yatıyor belkide. Yıllarca susan ve susmayı hikmetli bir iş zanneden, düşmana öfkelenmeye bile cesareti artık kalmayan müslümanlar ilk defa konuşan ve kendileri gibi konuşan bir lideri bu yüzden çok sahiplendiler.

Biri çıkmış ve en üst makamdan "siz şusunuz" diyor, taban ne demek istediyse yıllarca onu dile getiriyordu. 

Düşmanların ve nefret edileceklerin adı ve sınırı yeniden çiziliyor herkes layık olduğu makamdan anılmaya başlanıyordu. "reis" sıfatı da tam burada ortaya çıktı.

Hz. Peygambere pedofili yakıştırması yapan bir kafire saygı gösterip "yok aslında o öyle değil ehehe aslında 18 yaşındaydı ehehe" ezikliğinden "az daha konuş kafanı koparayım senin" izzeti ile sonra müslümanlara yani konunun asıl muhataplarına dönüp "bakın kardeşlerim bu konunun aslı şudur" diye izahat yapmaktır öfkenin sınırı. İslâmî konular, yalnızca öğrenmek maksadıyla soran kâfire ve kafasında soru işaretleri olan Müslümanlara izah edilir. Artistlik yapacağım diye sağa sola küfür edenlere değil. Biz bunu kaçırıyoruz bu sınırı koruyamıyoruz.

Yoksa ben herkese kızalım selefi sınırlarda dolaşalım, gidip Avrupa'da kendimizi patlatıp oruç tutmayanı sokakta bulup dövelim demiyorum.

Haklı öfkenizden utanmayın!

Bilakis, kuşanın!

Düşmanınız olması kötü bir şey değildir, zira bir kavgaya girdiğinizi gösterir. İslâm'ın küfürle olan mukaddes kavgasında safınızı tutun. İlmen, fikren veya kalben. En azından kalben... ''Zira bu, imanın en zayıf derecesidir''...