Erdoğan'ın özellikle 15 Temmuz'dan sonra hem ABD-İngiltere ortak projesi olan FETÖ'ye, hem de İngiltere vesayeti olan Ulusalcı/Kemalist kanada karşı (yanındaki bir avuç kişi ve milletin desteği ile beraber) tek başına mücadele verdiği, yakın zamanda yaşanan ve arka planı pek bilinmeyen 28 Şubat Kararı sürecinde çok net anlaşılıyor.

Açalım biraz,

28 Şubat davalarının sonucunu hepimiz gördük. 'Darbeyi ben yaptım' diyenlerin dahi, önce ağırlaştırılmış müebbet, sonra iyi halden müebbet, sonra da yaş ve sağlık durumundan dolayı denetimli serbestlik ile salındıklarına şahit olduk. Alınan bu karar karşısında (ki bu karar Ulusalcıların sessiz bir darbesidir) gerek bakanlar, gerek vekiller, gerekse iktidar yanlısı olduğu bilinen onlarca kalemden cılız sesler haricinde ciddi bir tepki gelmedi. Çünkü bu meseleye kimse bulaşmak istemiyordu.
(Sebebini yazının devamında anlayacaksınız).

Gelelim medyaya yansımayan tarafına,

Karar açıklandıktan hemen sonra, Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi'nin (bu ismi unutmayın) kurucularından olduğu ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) öncülüğünde 40 mağdur ve 7 avukat bir araya gelerek,

'Bu karar haksızlıktır, tutuklansınlar' talebiyle mahkemeye başvurdu. Mahkemeye verilen dilekçeler de kısaca, 'Yeniden yapılacak yargılama sonucunda sanıkların darbeye teşebbüs suçundan cezalandırılmaları ve tutuklanmalarına karar verilmesini arz ederiz' yazıyordu.

Kısa süre sonra bu dilekçelere cevap verildi. Toplamı 3 sayfa olan metni özetleyecek olursak,

- Sanıkların tutuklanması talebinin ancak Cumhuriyet Savcılığı talebiyle değerlendirilebileceği'

- Mahkemece re'sen (kendi başına) tutuklama kararı verilmediği için şikayetçilerin itiraz haklarının bulunmadığı'

BURAYA DİKKAT,

- Zaten davayı yürüten Cumhuriyet Savcısının da esas hakkında çalışmasında sanıkların tutuklamasını talep etmediği'

YETMEDİ,

- Karardan sonra da Cumhuriyet Savcısının yine bir tutuklama talebinde bulunmadığından dolayı, mahkemizce adli kontrol kararı verildiği ve buna İTİRAZ HAKKI BULUNMADIĞI İÇİN, TALEP OY BİRLİĞİ İLE REDDEDİLMİŞTİR'

Şimdi burada çok kritik bir durum var,

Yapılan açıklama da net bir şekilde ifade edilen; davayı yürüten Savcının 'zaten' tutuklama talebinde bulunmamış olması. 

'Bu nasıl olur?' denilecektir, ancak emin olun ki bu sadece buzdağının görünen yüzü. Derinlere indikçe 28 Şubat davasının başından itibaren Erdoğan ile Kemalist/Ulusalcı Yargı Mensupları arasında sürdürülen büyük bir savaş olduğu anlaşılıyor. Şöyle ki,

Davayı başından itibaren yürüten Başsavcı Vekili Mustafa Bilgili 15 Temmuz sonrası FETÖ'den tutuklandı. Aynı mahkemeye hakimlik yapan Mustafa Karatay da (ki kendi döneminde sanıkların tutuklanmasına karar vermişti) yine 15 Temmuz sonrası FETÖ'den ihraç edildi.

Buraya kadar 15 Temmuz'un arkasında göründüğünden çok daha derin planlar olduğu, bu darbeyi yapanların aslında 'sadece' FETÖ değil, esasen (arka sahne de) Ulusalcıların bulunduğu çok daha net anlaşılıyor. Peki Erdoğan'ın 28 Şubat mücadelesi burada bitiyor mu? Hayır.

Devam edelim,

Özel yetkili mahkemelerin 15 Temmuz sonrası kaldırılmasından sonra, dava Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesine taşındı. Burada ki davayı Mahkeme Başkanı olarak Fevzi Şingar ve Savcı Levent Savaş yürütmeye başladı. Ancak bir süre sonra karar aşamasına yaklaşıldığında, sanıkların bugün de olduğu gibi serbest bırakılacağı anlaşılınca (yani, yeni atanan Hakim ve Savcının Ulusalcılar güdümünde olduğu görülünce), '4 Ocak HSYK Kararnamesi' ile Mahkeme Başkanı Şingar davadan alındı. Yerine ise (güvenilen) Mustafa Yiğitsoy getirildi -ki- bu hamlenin Erdoğan tarafından yaptırıldığı aşikar.

Bir sonra ki duruşmaya geçildiğinde hala davanın Savcısı olarak görev yapan Levent Savaş 'Yargılama Anayasa Mahkemesinde yapılmalı' diyerek 'Görevsizlik' kararı vermeye kalkınca, dava 4 ay sonrasına ertelendi ve Savcı Savaş da görev değişikliği nedeniyle davadan çekildi (Erdoğan hamlesi) ve yerine son olarak Savcı olan M. Hanifi Yıldırım getirildi. Lâkin Savcı Yıldırım'da yazının başında belirttiğimiz üzere sanıklar için tutuklama talebinde bulunmadı ve en nihayetinde darbeciler Ulusalcı/Kemalist Yargı Mensuplarının baskınlığı neticesinde resmen serbest bırakıldı.

Dönelim yazının başında 'unutmayın bu ismi' dediğimiz Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi'nin kim olduğuna. Kendisi 1996 yılında 'İrticai faaliyetler yürütme' gerekçesiyle TSK-dan ihraç edilen, darbecilerin denetimli serbestlik kararına itiraz eden ASDER'in kurucularından olan ve (buraya dikkat) 2016 yılından itibaren de Erdoğan'ın Başdanışmanlığı yapan bir isimdir. 

Peki bu ne demektir? 

Yani dava kararı açıklandıktan sonra da Erdoğan'ın asla vazgeçmediğin, lâkin Yargı kanadının net bir şekilde Ulusalcıların elinde olmasından dolayı (şimdilik) başarılı olamadığının ispatıdır.

Şimdi,

24 Haziran hamlesinin neden yapıldığı ve sonucunun ne derece önemli olduğu/olacağı umarım anlaşılmıştır -ki- bu örnek derin kuşatmanın sadece bir koludur.