Ülkemizin en ciddi sorunlarından bir tanesi de eğitim sistemimizdir. Yıllardan beri uzmanların ve eğitimcilerin sorunlarını dile getirmekten sıkıldığı, başındaki yöneticilerin sürekli değiştirildiği bir sisteme sahibiz. Sorunun temel kaynağının bu sistemin yönetimi değil, içinde barındırdığı kısır döngü olduğunu düşünüyorum.

Aslında macera ilkokul birinci sınıfta başlıyor. Ellerinde kronometre ile sınıfa gelen öğretmenlerimiz, veli toplantılarında çocuklarının dakikada kaç kelime okuduğunu karşılaştıran ve bunu bir ölçü kabul eden velilerimiz; çocuklarımızı kitap okumaktan ve okuldan soğutan ilk adımı atıyorlar. Önemli olan dakikada en fazla kelimeyi okumak değil, okuduğunu anlayıp özümsemektir. Çocukların hepsinden aynı performansı beklemek de yapılan büyük hatalardandır. Nasıl her insanın boyu ve kilosu farklıysa, aynı şekilde zeka yapıları, ilgi alanları ve kabiliyetleri de farklı olacaktır. Bütün derslerde aynı derecede başarılı olmak bir ölçü değildir. Bu ölçüye göre öğrencilerimizi değerlendirdiğimiz için ülkemiz belki de çok büyük yeteneklerini kaybetti.

Lise son sınıfa kadar öğrenciler çok ciddi baskı altında tutuluyorlar. Çünkü sene sonunda onları bekleyen ve hayatlarını büyük ölçüde etkileyecek olan bir sınav var. Yine herkesten her alanda başarı bekleyen bir sınav. Öğrenciler bu dönemde çok ciddi rehberliğe ihtiyaç duyuyorlar ama onlara rehberlik yapacak bilinçli eğitimci sayısı çok az. Benim, kan gördüğünde bayılan fakat puanı yüksek olduğu için tıp bölümüne yönlendirilen arkadaşlarım oldu. Zaten Türkiye’de başarılı olma ölçüsü Hacettepe İngilizce Tıp bölümüne girebilmekle belirleniyor. Bu sayede hayatını istemediği mesleği yaparak sürdüren ve çevresine sürekli olumsuzluk yayan, verimsiz bireylere sahip olduk.

Maalesef üniversitede de durum çok farklı değil. Kazanmış olduğu bölümün içeriğini ve çalışma alanlarını üniversiteye geldikten sonra öğrenen binlerce öğrenciye rastlamak mümkün. Türkiye’ de üniversite ve bölüm tercihi mezun olunduktan sonraki istihdam göz önüne alınarak yapıldığı için bu türlü sorunlar artık önemli olarak görülmüyor. Uygulamanın çok az olduğu yine ezberciliğe dayanan, kitap okumaktan soğutulmuş binlerce gençten oluşan modelin burada da devam ettiğini görmek mümkün. Sınav geceleri çalışıp geçilebilen sınavlarla öğrenilen bilgi zaten bir haftada unutuluyor. Öğrencilerde bir şey öğrenemediklerinin farkında, onlarda mesleğe başladıkları yıllarda tecrübe ile bir şeyler öğreneceklerini ümit ediyorlar. Örneğin eczacılık fakültesinden mezun olmuş bir eczacıya ilaçların nasıl yapıldığı öğretiliyor. Ama ülkemizde ilaç yapabilen eczacı çok az, çünkü alacakları diploma onların ilaç alıp satmalarına yarayacak ve onlara yetecek.  Düşünce bu olduğu için ilerleyemiyoruz, üretime geçemiyoruz. Bu durumun her alanda aynı olduğunu söylersek yanlış düşünmüş olmayız. 

İlk paragrafta kısır döngüden bahsetmiştim. Bu döngüyü oluşturanlar maruz kaldıkları sistemin aynısını uygulayarak eğitim yapan eğitimcilerimizdir. Bir model almanın olduğunu açıkça görebiliyoruz. Ama onlara da suç bulmamız doğru değil, onlarda böyle yetiştirildikleri için öğrencilerini bu şekilde yetiştiriyorlar. Yıllardır eğitim uzmanları sonuç değil, süreç odaklı bir eğitim yapılmasının ve uygulanmasının daha verimli olduğunu sürekli dile getiriyorlar. Bunun sonucunda kendini geliştirebilen, üretebilen ve öğrendiği bilgileri özümseyip kullanabilen bireyler yetiştirmek amaçlanıyor. Eğitimcilerimizde bunu biliyorlar ama nedense uygulayamıyorlar. Uygulamadaki sıkıntılarının sebebinin alışkanlıklarından kurtulamamak olduğunu düşünüyorum. Artık bunları tartışmak bize bir şey kazandırmaz. Yeni neslin eğitimcilerini yetiştirirken daha fazla özen gösterilmeli ve bu kısır döngü yok edilmelidir. Eğitimci olacak kişilerin seçiminde de gerekli hassasiyet gösterilmelidir. Bu konuda zamana ihtiyaç var. Alışkanlıkları yok etmek kolay değildir. Ama bu alışkanlıklar geleceğimize zarar veriyorsa artık dur demenin ve yeni bir başlangıcın zamanıdır.