Aile ve sosyal bakanlığı bünyesinde devam eden hükümet politikaları üzerine biraz düşünmek ve aklımıza takılan soru(n)ların paylaşılmasında fayda mülahaza ediyorum.

Türkiye istatistik kurumunun verilerine göre;

Türkiye nüfusunun %49,8’ini kadınlar oluşturuyor. 
İş gücüne katılım oranı (+15) kadın-erkek %51,3 ve bu oranın %31,5’i kadın.
Çalışan kadınların yüzde 47’si yani her yüz kadından 47’si hiçbir güvencesi olmadan çalıştırılıyor.
11 milyon 468 bin kadın ise ev hanımı ve çalışmıyor. 
2 milyon 725 bin kadın tarım sektöründe çalışıyor. Bu kadınların da yüzde 93,5’i kayıt dışı. 
Sadece 97 bin kadın “işveren” konumunda. 
Hizmet sektöründe çalışan kadın sayısı ise 4 milyon 198 bin.
Her 5 erkekten 4’ü eşinin çalışmasına olumlu bakıyor.

Kadınların çalışması veya çalışmaması ayrı bir mesele ve kendi içinde ayrıca müzakere edilebilir.
Ancak bütün gayretlere rağmen kadın çalışan verilerimiz böyle.


Dünyadaki gelişmiş ülkeler diye tasnif edilen birçok devletin en büyük sorunlarının başında yaşlanan nüfusları gelmekte. Nüfus yaşlandıkça ekonomik olarak tehdit altında olmakla beraber uzun vadede devletlerin varlıkları dahi tartışmalı hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Ülkemizdeki yetkililerinde bu meseleyi yakından takip ettiklerini biliyoruz. Hatta üç çocuk tavsiyesi de bu endişenin tezahürüdür.

Türkiye an itibariyle avantajlı olduğu genç nüfus yoğunluğunu korumakla beraber yeni istihdam alanları açmak ve işsizlik oranını tekli rakamlara hatta daha da aşağıda tutmak için uğraşıyor.

Bütün bu açmazların farkında olarak benim asıl dikkat çekmek istediğim konu kadın nüfusa karşı yapılan pozitif ayrımcılığın kendi içinde negatife dönmesi ile alakalı.

Bir taraftan genç nüfus ve iş gücü avantajı için üç çocuk tavsiyesi ile diğer taraftan kadına yönelik yapılan bütün proje, katkı, destek ve imkânların sadece çalışan kadınlara mahsus olmasını anlayabilmiş değilim.

Anne illaki çalışmak istiyorsa, baba buna razı ise muhtemel riskleri göze alıyorlar veya en aza indirmek için tedbir almışlarsa elbette ki kimsenin irade ve hürriyetine karışacak değiliz.

Bakanlığın kreş yardımından doğum parasına, büyük anne bakım desteğinden, kredilere varıncaya kadar açıkladığı bütün programlar çalışan kadınları merkeze alıyor. 

Uzunca bir süredir kökü dışarıda komitelerce başarılı bir şekilde uygulanan “çekirdek aile” anlayışı maalesef artık sabit değer haline gelmiş olması, çalışan kadınların evliliğe ve çocuğa bakışını negatif etkilediği de yine verilerle sabit.

Kadınlardan istemediği halde çalışmak zorunda olanlar, çalışmak istediği halde iş bulamayanlar, istediği bir işte emeğinin karşılığını alarak çalışanlar var.

Eğer aile müessesesini muhafaza etmek, evlilik ve çocuk yetiştirmeyi özendirmek, genç nüfus için ortalama üç belki dört çocuk hedefini yakalamak istiyorsak çalışan-çalışmayan diye ayırt etmeden kadınlara eşit yaklaşılması ve desteklenmesi gerekiyor.

Kocası ister askeri ister azami ücretle çalışan bir kadın eğer çalışmıyorsa mevcut haklardan yararlanabilmeli hatta başkaca desteklerde alabilmelidir.

Mesela;

Evlenmeyi düşünen her kadına özel olarak ev hanımlığı eğitimi verilmeli.

Çocuk bekleyen her aileye çocuk eğitimi verilmeli.

Kadın evlendiği günden itibaren meslek olarak kabul edilen EV HANIMLIĞI MESLEĞİ tanımıyla sigortalı olmalı. 

Her çocuk için tatmin edici bir aylık bağlanmalı.

Kendi tercihleri ile EV HANIMLIĞI MESLEĞİNİ seçen kadınlara askeri ücret kadar aylık bağlanmalı.

Her çocuk için kreş desteği ile beraber ilkokuldan itibaren ayrıca en az 250 lira burs verilmeli.

Doğum parası, süt parası, çocuğun zaruri ihtiyaçları, kreş imkânı, ilkokuldan itibaren burs gibi desteklerle EV HANIMLIĞI MESLEĞİNİ tercih eden kadınlarımızın yanında olunmalı.

Bütün bunların maliyetini hesaplamadım ancak kadınlar arasında negatif ayrımcılıklardan vazgeçilip merkez ve yerel yönetimlerde vasıtasıyla devam eden sosyal yardımlar düzenlendiği takdirde ihtiyaç duyulan kaynağın fazlası elde edilir diye umuyorum.

Bu tedbirler alındığı takdirde hem istihdam sorunu hem de genç nüfus problemi büyük ölçüde çözülecektir. Doğmasını istediğimiz üç çocuk bizzat annesi tarafından terbiye edilecek, büyütülecek, vatan ve millet sevgisi aşılanacaktır?

İstemediği halde çalışmak zorunda olan kadına aile sorumluluğu üzerine birde iş hayatının yorgunluğu ve zorluklarını yüklemek, hepsinden önemlisi annelik vazifesini sağlıklı bir şekilde yapmasını beklemek hayalcilikten de öte boş bir beklenti olsa gerek.

Unutmayalım ki fizyolojik olarak anne sütünün yerini hiçbir gıda tutmadığı gibi psikolojik olarak ta anne-baba şefkat ve sevgisinin yerini hiçbir şey tutmamaktadır.

Ama önce şuna karar vermemiz gerekiyor.

Gerçekten;

Genç nüfus avantajımızı korumak istiyor muyuz?

Yetişen genç neslimizi vatanına milletine bağlı ve faydalı bireyler olarak yetiştirmek istiyor muyuz?

Medeniyetin ağacı, ailenin direği, istikbalimizin garantisi olan kadını ve anneyi önemsiyor muyuz?

Bir anne bir Mehmet doğurur, bir Mehmet bir şehir fetheder, bir fetih çağ açıp çağ kapatır.

Gelecek yüzyıl Kur’an medeniyetinin yeniden ihya ve inşası olsun istiyorsak önce anne adayı olan kadını ihya ve muhafaza etmeliyiz.