Nietsche'nin bir sözü var "ne çok gülmüşümdür keskin pençeleri olmadığı için kendini iyi zannedenler" diyor.

Masum yavru kedinin pençeleri çıktığında, ilk fırsatta bir fareyi param parça edeceği gerçeğini gözardı edemeyiz. Ya da yavru ayının büyüdüğünde ilk bizi parçalayacağını.

Kötünün azı çoğu yoktur oysa.

Kötü kötüdür.

Biri Hitler olur, 17 milyon insanı toplu gaz odalarına tıkıp katleder, diğeri Abuzittin olur içer içer karısını döver. Abuzittin'in tek farkı eline Hitler'inki gibi bir imkânın geçmemesi.

Karısını döven ayyaş Abuzittin Hitler'den daha mı az kötü?

Hitler'deki potansiyeli al Abuzittin'e ver o da 17 milyon insan katledecek, hitlerin elinden imkânlarını al o da içip içip karısını dövecek.

Mikrofonu uzatsan "abem be imkanımız yoktu bize imkan mı verdiler gidelim bizde bir hitler olalım, bi stalin olalım, bi esed olalım" diyecek kadar da pişkinlerdir.

Mao, Stalin ya da Hitler bu insanlar gökten zembille inmediğine göre aramızda dolaşan insanlar bunlar. Çarşıda yürürken çarpışabileceğin, öğretmen zannedip emanet edeceğin, kocan zannedip yemek pişirdiğin, karın zannedip ekmek alıp eve gittiğin insanlar.

Hepsi içimizde yaşıyor.

Kötülük bir sonuçtur. 

Çözüm sonuca odaklanarak bulunmaz sebepleri irdelemek onun üzerinden çare arayışına gitmek gerekir.

İstediğimiz kadar sabah akşam Esed ve türevlerine lanet okuyalım ayıplayıp dışlayalım. Zaman kaybı dışında elimizde kalan sadece egomuzun pohpohlanması olur.

Yeni "kötüler" yetişmesin diye işin neresindeyiz?