Afrika atasözüdür: 
"Aslanlar kendi tarihini yazmadıkça, tarihi avcılar yazmaya devam eder."

Türkiye, şairin tanımladığı ifadeyle, akrebin kıskacında yoğruldukça yoğurulmaktadır.
ASALA biter bitmez aynı iklim ve karakterden mantar gibi büyüyen bir PKK, yıllardır zehrini bu topraklara salıp durmaktadır. Yok ettikçe tekrar büyümekte; uluslararası terör örgütü olarak kabul edildikçe, daha fazla uluslararası yardım bulmaktadır. Sanki "the walking dead" vakası ile karşı karşıya gibiyiz.

Aytunç Altındal ve Necmettin Erbakan'ın 2000'li yılların başlarında görüp bildirdikleri, "ABD, Suriye ve Kuzey Irak'ta, PKK'dan daha tehlikeli bir terör örgütünün organizasyonunu yapıyor" dedikleri DAEŞ'İN birinci hedefinde de, Türkiye vardı.

Bütün terör örgütlerinde olduğu gibi amaç yine kaos oluşturmaktı. Kaos, çünkü, kurt tuzağını kurmuş beklemektedir ve kurt bu nedenle sisli havayı sever.

Ve FETÖ... 1970'li yılların başında bir müezzinle cinsel iddiaları bulunan Fetoş şerefsizinin NATO destekli organizasyonu... Tam bir Lawrence vakası. Boşuna dememişler, tarih tekerrürden ibarettir, diye...

Türkiye'de Haçlı zihniyetinin son tetikçisi Fetoş şarlatanının geçmişine bir bakalım... Niye bu kadar şerefsiz?

1975 yılı seçimlerinde ilk kalleşliğini Necmettin Erbakan'a yaptı. İş birliğine söz verdiği halde, adaylarını bildirdiği ve anlaştıkları halde gidip Adalet Partisi ile iş tuttu. İlk taşı tam da alnının ortasına yiyen Erbakan Hoca, bu yüzden onu herkesten daha iyi tanıdı.

Takip eden anarşi yıllarında, sağ ve sol birbirini yerken, kadrolaştıkça kadrolaştı, büyüdükçe büyüdü. Bugün kendisine körü körüne hizmet edebilecek bir generale, bir polis müdürüne yargıtay, danıştay üyesine ve bürokrasiye sahip olabilmek için o günlerden alt yapı kurdu.

1980 darbesinden sonra kadrolaşma tam hız yol aldı. O zamanki kadrolaşmalara iyi bakmak lazım. 1993'te Özal'ın zehirlenme olayı bu kadrolar ve müttefikleri tarafından yapıldı.

28 Şubat dönemine gelindiğindeyse artık kimliği açık seçik belli olmuş "kral çıplak" denen yıllardı.

"Namaz ritüel..." 
"Başörtüsü fürüat..." 
"Yeter artık bırakın gidin!"
"Şefaatimi kullanacağım kişiler listesi..."

Artık, medya ve mankurt müritlerine tam bir sahte peygamber ve mehdi kavramına yakışır davranışlar sergiliyordu. Tabii bu çağda hiç kimse, sahte peygamber iddiasını yemeyeceği için, bu işi islam adına ve din şemsiyesini kullanarak, diğer dinlerle diyalog kavramlarının arkasında yapıyordu. Yine de sümüklü mendil, kirli iç çamaşırları, çorapları ve hatta yemediği yiyecek artıkları bile bazı aydın bildiğimiz embesillere kadar, kutsal kabul edilip, saklanıyor, korunuyordu.

Özel okul açmak ne kadar zordur, bilenler bilirler... Bu adam mantar gibi özel okullar açıyordu. Burada şunu unutuyoruz. Okulların açıldığı yerlere bakalım. Afrika, Latin Amerika, Orta Asya... CIA ve ABD ve batı sömürgeciliğinin deşifre olduğu yerlerde sadece boşluk, farklı adlarla yine aynı kişiler tarafından dolduruluyordu. Tek kelime türkçe konuşamayan çocuklarla Türkçe Olimpiyatları düzenlemek ve herkesi buna finansör yapmak... Bu ise çok daha ayrı bir komediydi.

Ak Parti ile ittifakı bile ilginçtir. "Muhtar bile olamaz artık" denilen kişi, nasıl ve ne zaman hapisten çıktı? İttifak ne zaman gerçekleşti? Bu ittifak mıydı yoksa zaruret miydi? Ayrıca... Kim kimi davet etti? Güçlü olan kimdi? Bunları ben kısmen içinde olduğum kadar ve kısmen de tahmin edebildiğim kadar biliyorum ve tarih te çok yakında yazacak...

2010 yılında Mavi Marmara olayında kimliklerini iyice açık ettilerse de çok kimse anlamadı.

"Otoriteye karşı gelinmez."
"Mavi Marmara olayı Türkiye'ye komplodur."

Bu sözler aslında uluslararası bir tercih ile bir meydan okumaydı. Reis bunların farkındaydı ve tedbirlerini almaya başladı.

Hükümet içindeki gizli çatışma ile ilgili asıl ayrışma 2012 yılında gün ışığına çıkmaya başladı. İhracat, ithalat ve paranın korunması konusundaki yasa çalışmaları ve meclisten geçmesi, dershaneler konusu, TİKA-TUSKON rekabetinde bazı şeylerin gün ışığına çıkması, Özbekistan İslam Kerimov suikastı, Afrika'da resmen ABD ve cia taşeronluğu konularındaki FETÖ tercihleri artık gizlenemez olmuştu.

Sonra sırayla Oslo, 17-25 Aralık Darbe girişimi, 19 Ocak Mit Tırları operasyonu ile devletin mahremiyetine tecavüz girişimi ve gezi olayları... Özellikle gezi, tutmayınca ayak değiştirdiler.

Sonucunda gelinen nokta 15 Temmuz...

Şunu iyi bilmek gerek... Hiçbir yeri işgal edemeyecek kadar beceriksiz ordular, kendi ülkelerini işgal edip ganimet toplarlar. Darbe denilen şey budur. Her darbe geniş çaplı bir silahlı bir soygundur. Darbeciler, bu kanlı soygunu başarabilmek için ülke içi ve dışında her güçle suç ortaklığı yapabilirler. Bu kadim ve değişmez bir kural gibidir.

15 Temmuz... O geceyi Sabiha Gökçen'den Kısıklı'ya darbenin her şeyine meydan okuyan biri olarak yaşadım. Allah'ın korkuyu kalplerden nasıl kaldırdığını, yaşadım gördüm. 26 gün boyunca uykusuz nöbet ve iş nasıl bir arada gitti, Allah nasıl bir dayanma gücü verdi iyi bilirim, yaşadım, öğrendim.

Bu arada...Kontrollü diyenlere filan hiç kulak asmıyorum. Tut ki kontrollü... Bu şu demektir ki karşımızda, NATO'dan, ABD'sine, AB'sine bütün dünyayı ve Türkiye'yi ve Ortadoğu'yu parmağında oynatan bir Tayyip Erdoğan mı var? Bunu mu demek istiyorlar? Mümkün mü?

Kimseyi putlaştırmayalım. Bu cümleyi gülerek kurdum bu arada. Gülmeyin.

Fetoş gibi bir şerefsizi, ceket üzerinden tansiyon kontrolü yapan şarlatanı, NATO fedaisini, himmet zimmetçisini "mübarek" diye ananlar yeterince putlaştırma uzmanıdır... Tuzağa düşmeyelim. Her putun bir imalatçısı ve kukla oynatıcısı vardır, unutmayalım.

Durum, kısaca ve özetin özeti ile bu...

Şimdi... İdealist kadrolar, müteahhit kadrolara yenilmeden müdahale şart. Belediyelere bu konuda azami dikkat etmek gerekiyor. Mahallelere tekrar inmek gerekiyor.

Muhalefet ayrı bir alem ve asla bizim ölçümüz olmamalı... Orada da, rant sözkonusu olduğu için, politikaları şantajlar yönlendirdiği için toplumsal mutabakat mümkün olmuyor. Eşekten şeker esirgenmez ama huy olarak eşek ottan hoşlanır. Yani bazen yapacak çok şey kalmıyor.

Mesela, CHP ile İş Bankasının irtibatı kesilirse içi temizlenir belki diyorum. CHP sözcüleri, çok uluslu şirket yöneticilerinin sözcülüğünden kurtulur.
..

Karamsar insan, tünelin karanlığında kaybolur, iyimser olalım... Her tünelin ucunda bir ışık vardır. Her tünel birileri tarafından çıkışa doğru açılmıştır.

Kötülere, şeytanilere kızmak, onlara hakaret etmek çok kolay... Onlar bizimle niye uğraşıyor hiç düşündük mü? İyi olduğumuz için. İyi kalalım. Selamı, duayı ve yardımlaşmayı birbirimizden eksik etmeyelim.

Hukuk ve içindeki adalet denilen mekanizma, her zaman güçlüden yana karar alır. Bunun adaletten yana olması için gayret sarfetmemiz gerek. Taşı delen suyun gücü değildir, devamlılığıdır. Güçlü olmak için, hep çalışmalıyız. Japon ve Alman örneği filan değil... Bizim gibi, bize yakışan şekilde... Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmalı, okumalı ve kendimizi geliştirmeliyiz... Gerçek adaleti önce vicdanlarımızda yaşamalıyız.

Hiç tanımadığımız birine selam vererek veya hiç tanımadığımız bir garibe, mazluma, ihtiyacı olan kim olursa ona tebessüm ederek çalışmaya başlayabiliriz. Ne dersiniz? Selam ve dua ile.