Bir doktor, muhtemelen iyi bir insan ve adam gibi bir doktor, televizyonda bir şeyler anlatıyor. Şunları söylüyor:

"Bir hekim, öncelikle hastası ile iletişim kurabildiği kadar hekimdir. Çünkü, hasta kadar onun arkasındaki sosyal yaşamı da tedavi etmekle sorumludur. İletişim kuramayan, işini eksik yapmaktadır.
...
Günde 60-80 hasta ile muhatap olmak kolay değil... Sadece 'merhaba' diyen 80 kişi düşünün isterseniz... Ve insanın canı ile uğraşıyoruz."

Güzel sözler söyledi. Sevdim. Durumun bilincinde olan doktorların olması sevindirici.

Aklıma başka konu geldi. "İnsanın canı ile uğraşmak" deyince... Bütün insanlar, zaten başka insanların canı veya malı ile uğraşırlar.

Başkalarının malı ile, parası ile uğraştığım günler geldi aklıma. Borsacılık günleri.

İlk saniyeler... Seans başladıktan sonraki ilk saniyeler çok önemliydi ve aynı şekilde kapanış saniyeleri...

Özel ekranda yüzlerce hisse senedi arasından alınacak veya satılacak hisse senedi bulunur, alış ise yeşil; satış ise kırmızı ekran belirir, lot olarak miktar girilir, fiyat yazılır, hesap numarası, referans numarası girilir ve iki defa onay tuşuna basılır.

Bu yazılanları ilk 10 saniye içinde üç defa yapamayan kişinin yarın işe gelmesine gerek yoktu. Geliyorsa sadece yerine başkası bulunamadığı içindi. Ve son 10 saniye için de bu üç işlem şartı geçerliydi...

Piyasada açılış ve kapanış fiyatı oluşturmak ve bunu en yüksek komisyon getirisi olan işlemle yapmak işin en önemli amelelik yanını oluşturuyordu. Sonra özel müşteriler, şubeler veya seans salonu müşterileri... Yüzlerce işlem... Alım sayımlar... Ve eğer ki piyasa durgunlaştı ise, müşterilerin mevcut portföyünde bulunan ya da bulunmayan bütün hisse senetleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyordu.

Bilmek, sorulan hisse hakkında mutlaka bilgi sahibi olmak mecburiyetti. 'Bilmiyorum' diye bir cevabın kabul edildiğini hiç hatırlamıyorum. Bu durum müşteri çok paralı ise hakaret ve şirkete, kuruma şikayet demekti. Müşteri başka kuruma giderse, personel de kovulmayı beklerdi. Sadece yerine lisanslı bir başkası olmadığı için çalışırdı.

Ben genelde seans salonu ve şubelere bakmıştım. 17 şube bir arada ve hiç susmadan konuşan dealerler ve hiç durmadan çalışan parmaklarımla başlayıp biten borsa seansları çok yaşadım. Ve beraberinde sorulan fikrim, yorumlarım... Özel müşterilere bakmak daha kötüydü. Cavit Çağlar'ın, İnterbank'ı batıran yeğeninin işlemlerini yapmıştım bir ara... O meslek hayatımın en zor günleriydi. Hayatımda o z***** kadar kibirli ve kendini beğenmiş bir başka h**** tanımadım.

Bir trafik kazası ve üzerine gelen 2001 krizi ile koptum o piyasalardan... Sonra hemen her meşru işi yaptım.

Geçen haftalarda bizim mühendis arkadaşlardan birinin işini takip ediyorum. Şantiyede işçilerin başında sabahlamam gerekiyor. Asansör boşluğuna iskele kurulacak. Kablolar çekilecek, badana, tel örgü ve asansör altyapısı çalışmaları...

İskele kuracak usta işçinin yevmiyesi 350 lira imiş. Ama adam işi yapamıyor. İri yarı, yükseklik korkusu var ve kaynakla iskele sabitlenmeden yükseltemeyeceğini söylüyor. Daha önce yaptığım bir iş değil.

Geçtim adamın yerine... "Ver" dedim "parçaları" ve geçtim iskelenin başına... Onbir kat çıktık, çıktım... Başıma kask takmak, bunaltır beni. Onlar güvenlik halatı da taktı ama ben onu da takmadım. Sadece cambazlık ve konulan çelik çubukların üzerinde denge ile iskele çıktım.

Bunları övünmek için anlatmıyorum... Hemen her işimde böyleyim. Muhasebe işleri hariç... Muhasebeyi sevemedim. İplik ve örme, tekstil kumaş ve cam fabrikası... çatıya kiremit örmek ve asansör arızaları gidermek dahil inşaatın hemen her alanı bulaştığım işlerden... Öğrenci iken sabah gazete dağıtıp, akşam garsonluk yapıp arada okumaya zaman ayırdığım zamanlar hala bugün gibi... Çiftçilik zaten hayatımın bir parçası... Beyaz yakalı işler eğitimim gereği... Yaptığım işlerde işçilikten en üst teknik yetkili olmaya kadar hemen hepsinde her kademesinde bulundum. Mesela cam fabrikasını çalıştıran bendim. İplik ve örmede vardiya amiriydim. Askerde de 7 ay boyınca, özel harekatçı en profesyonel askerlerin öncülüğünü keşif işini yaptım. Bunun ne olduğunu bilenler bilir.

Neyse... Bunları anlatıyorum çünkü anlamaya çalışıyorum. Doktorluk ne kadar zor olabilir? Acildeki pratisyen hekim dışındakileri geçiyorum. 60 hasta olayı filan yalan. Defalarca zevk için saydım... 40 sayısına yaklaşan ortadan kayboluyor.

Yardım derneği kurup da, gece yarılarına kadar birileri için koşturduğum, boşanmama neden olan olayların başlangıcı geldi aklıma... Birine bir iyilik, mal veya can hizmeti götürüldüğünde yaşanan, gözlerdeki o minnet duygusunu hissetmek... Ne muhteşem duygulardı.

Düşünüyorum da acaba doktorların kaçı o gözlerdeki minnet duygusunu hissediyor? Ve yine merak ediyorum, bu işi para karşılığı yapmayan doktor oranı nedir?

Merak işte...