Emre Kocaoğlu
21. Dönem İstanbul Milletvekili
TDV (Türk Demokrasi Vakfı) eski Başkanı

[email protected]

 

AB Anayasasını hazırlayan Avrupa Konvansiyonunun Parlamentosunda TBMM’yi temsilen bir dönem görev yaptığım için, Brüksel’deki gazetecilerimizi de biraz tanıdım. Ve hepsini pek beğendim.  İyi yetişmiş, gün görmüş, yol yordam bilen, dost insanlardır. Hepsini çok severim ama (kimse kusura bakmasın) Zaman’ın Brüksel muhabiri Selçuk Gültaşlı’ya özel bir muhabbetim var. Belki aynı okuldan olmanın duygusallığı diyebilirsiniz... (Tabii ben okulda ondan birkaç asır daha eskiyim.) Ama asıl sebep, Selçuk Bey’in derin bilgisi, konulara hakimiyeti ve analiz kabiliyetidir…
 

İtiraf etmeliyim ki, bütün “uluslararası parlamenter” fiyakama rağmen, karizmayı çizdirmek pahasına, bir çok konuda onun bilgisinden ve fikirlerinden yararlanmışımdır. Mesela, AB Anayasasına (Papa’nın ve Giscard d’Estaing’in ısrarlı kulislerine rağmen) Hristiyan referansının girmemesi, buna dair verilen önergelerin reddedilmesi ve sonuçta İslamı dışlamayan vicdanlı bir Anayasanın çıkması, büyük ölçüde, Gültaşlı’nın yardımları sayesinde mümkün olmuştur. (Tabii daha sonra işin kahramanı ben oldum ve siyasi başarı bana yazıldı ama, zaferin meçhul askeri Selçuk Bey’dir…)
 

İşte bu sevgili Selçuk Gültaşlı, 26.12.2102 tarihli Zaman gazetesinde “Avrupalı liderlerden '2013' çağrısı: AB'den uzaklaşan Türkiye, cazibesini kaybeder” diye çok önemli bir yazı yazmıştı. İsabetli bir uyarıydı ama galiba pek dikkate alınmadı. Ve sonunda maalesef doğru çıkmaya başladı… (http://www.zaman.com.tr/dunya_abden-uzaklasan-turkiye-cazibesini-kaybeder_2033046.html)
 

AB, krize rağmen, dünyanın en zengin ikinci ekonomisi ve en ileri demokrasisidir. Tarihin en büyük barış ve refah projesidir. Rahmetli Özal’ın 14 Nisan 1987 tarihindeki tam üyelik müracaatından bu yana gösterdiğimiz ekonomik ve demokratik gelişmenin temelinde AB perspektifimiz vardır. Şunu iyi bilmeliyiz ki, AB hedefimiz ve AB ilişkileri olmasaydı ne ekonomimiz dört misli büyüyecekti, ne Kürtçe bir televizyonumuz olacaktı, ne de derin devlet hesaba çekilecekti. Tabii, bugün titizlikle sahip çıktığımız bir çözüm süreci de söz konusu olmayacaktı ve her gün şehit haberleri gelmeye devam edecekti…
 

AP (Avrupa Parlamentosu) Başkanı Martin Schulz, AB perspektifinin Türkiye’ye faydalarını şöyle özetliyor: “Bazıları AB’nin Türkiye'nin bugünkü başarısına yaptığı katkıların derinliğini kavrayamıyorlar. Gerek Avrupa piyasasına erişim, doğrudan yatırımlar ve tecrübe paylaşımı; gerekse AB mevzuatının hukuku düzenleyici etkisi ya da en basiti turizm yoluyla bile AB, Türkiye'de istikrar ve büyümenin en önemli kaynaklarından biri oldu. 

 

AB ÜYELİĞİMİZ VE İSLAM ALEMİ
 

Şunu bilelim ki, İslam ülkelerinde bize duyulan sempati, kısmen, Avrupa yolundaki tek İslam ülkesi olmamızdandır.
 

İslam alemi AB’nin egoizmine ve Müslümanlara karşı gösterdiği duyarsızlığa haklı olarak çok kızar. Ama aynı zamanda, kendi vatandaşlarına en müreffeh hayatı ve en gelişmiş demokrasiyi sağlayan üstünlüğüne de gıpta eder. Türkiye’nin AB’ye ve yüksek standardlarına bu kadar yaklaşabilen tek Müslüman ülke olması İslam alemi için bir takdir sebebidir.
 

Bu takdir duygusu, bizi İslam alemi içinde güçlü kıldığı kadar, AB içinde de güçlü kılar. Çünkü AB İslam dünyasıyla yakın ilişki kurmak ister. AB’nin bir cihan gücü olabilmesi, İslam ülkeleriyle ekonomik ve siyasi bakımdan yakın olmasını gerektirmektedir. Ama Avrupalı zihni, genel olarak, Müslümanları anlamaz, anlayamaz. Anlayamadığı bir medeniyetle de yakın ilişki kuramaz, dostluk hiç kuramaz. İşte bu alanda da AB bizim yardımımıza ciddi şekilde ihtiyacı vardır. Bir AB lideri bu konuda bana şunu söylemişti: “Türkiye bizim için, dünyanın bilmediğimiz yarısına pasaportumuz gibidir”.
 

Türkiye, AB için İslam alemine bir pasaportsa, İslam alemi için de AB’ye bir pasaport sayılabilir. Birbirini anlamayan, bu yüzden korkan, ve bu yüzden de sevmeyen iki medeniyeti bu ön yargılardan arındırıp barıştırmak her ikisinin de menfaatinedir ve bu zor işi ancak Türkiye yapabilir.
 

FIRTINA KOPTUĞUNDA KAPTAN KÖŞKÜNDE OLMAK LAZIM.
 

Ancak bu pasaport olma meselesi iki taraflıdır. Batı alemi ve İslam alemi çeşitli açılardan o kadar güçlü odaklardır ki, her iki taraf da karşısındakinden korkar. Sevmez, ayrı mesele. Ama saygı duyar. Ve bir şekilde onunla uzlaşmak ister. İşte burada Türkiye’ye büyük bir fırsat düşmektedir. Çünkü Türkiye her iki tarafla da ilişkisi olan tek ülkedir. Türkiye İslam alemiyle olan ilişkisini AB’ye bir pasaport, AB ile olan ilişkisini de İslam alemine bir pasaport olarak kullanabilir.
 

Uzun lafın kısası olarak güncel bir soruna değinelim. Mısır ve Suriye olaylarında AB’nin duyarsızlığından haklı olarak şikayet ettik. İşte bu zamanda AB’de tam üye olsaydık orada söz sahibi olacaktık, onları müsbet yönde etkileyebilecektik... İslam’a dair ön yargılarını yumuşatabilecek ve biraz da bizim gözümüzle bakmalarını sağlayabilecektik. Ve muhtemelen daha duyarlı olacaklardı.
 

Oysa fırtına koptuğunda kaptan köşkünde değildik ve kimse bizi dinlemedi. Kaptan köşkünde olsaydık büyük ihtimalle dinleyeceklerdi… 
 

AB’ye tam üye olduğumuz zaman, hem kendimize, hem de İslam alemine daha büyük faydalar sağlayabileceğiz.
 

            İki medeniyet arasındaki karşılıklı korkuları ve ön yargıları bir yana bırakırsak, AB aslında Müslüman halkların da beğendiği ve bir çok alanda örnek almak istediği bir medeniyet odağıdır. Müslüman halklar bu odağa en yaklaşan biz olduğumuz için bizi beğenirler. Gittiğimiz bir çok İslam ülkesinde, “Türkiye’nin AB’ye aday olan tek İslam ülkesi” olduğunun gururla vurgulandığına şahit oluruz. Demek ki, bu odaktan uzaklaştığımız ölçüde diğer Müslüman halkları da uzaklaştırmış oluruz. Bu denkleme çok dikkat etmemiz lazımdır.