Eskiden çöp kutuları olmazdı mahalle aralarında. Mahalleli sözleşmiş gibi belli noktalar belirler oraya dökerdi çöplerini. Kokudan ve miktardan durulmayacak hale gelince de ilk rahatsız olan çöpü yakardı.

Ben de öyle bir mahallede büyüdüm.

Evlerin tüm gereksizlerinin ve gözden çıkmışlarının ortak noktalarda yok edildiği, yanan plastiklerin isinin perdelerimize sindiği küçük bir mahalleydi...

Hele mevsim yaz ise, uzaklardan burnunuza ya yanmış bir tarla ya içi yanmış bir düğün şarkıcısının ciğer kokusu gelirdi.

"Oğlun kızın olsun hele unutursun mihribanım..." sitemlerinin bir yaz akşamı karıştığı cırcır böceklerinin sesinden, ciğer çığlıkları ayırt edilmeye çalışılırdı.

"Unutursun" derken her bir namesinde "keşke unutmasan" umudunu da taşıyan naif duyguların insanları ile büyüdük biz.

İnsanın çok üzülmeyi "ciğeri yanmak" olarak tarif etmesi kadar kalbin değil de ciğerin bu işe dahil edilmesi kadar ilginçti aslında, çöplerimizden bile kolay kurtulamıyor oluşumuz.

Çöplerimizden bile aylar sonra ateşe verince kurtulurduk biz, bir vazgeçiş seremonisi gibi....

Sonra bizlere bir şeyler oldu, hayatımıza yeni terimler girdi.

"Engelle geç ne uğraşıyorsun ya?", "sayfamda temizlik yapıyorum arkadaşlar! ", "atara atar, gidere gider!", "o kaybeder ben değil ki!"... gibi.

İnsanlara çöp muamelesi yaptığımız, bir insanı yani bir canı yani üzülen sevinen küsen bir kalbe pislik muamelesi yaptığımız tuhaf zamanlar bunlar.

Kimsenin gözümüzde değeri yok artık, yerine yenisini koyduğumuz müddetçe.

Kimse ardından ağlanacak kadar kıymetli değil artık, güldürecek alternatifi var ise.

Hayatımıza tek tık ile aldığımız insanları tek tık ile çıkarıyor oluşumuzun adını "temizlemek" koyduğumuz, kendinden kirli eylemlerin baş aktörleriyiz.

"Yüzünü bile görmek istemiyorum 
Yoluma çıkmasan iyi edersin 
Sözlerim sana ağır mı geldi 
Kalbini mi kırdım affedersin" şarkısı eşliğinde deli gibi tepinerek yani dans ederek, gidişleri kutlayıp laf sokma yarışları yaptığımız düğünlerimiz var artık.