Sorularla Risâlenin, 2010 yılından beri Nur Talebelerini iğfal eden hezeyannâmesini nedâmet gösterip özür dileyerek kaldırmasını beyhûde yere bekledim. Maksadı Nur Talabelerine Kamal Atatürk'ü sevdirmek, milliyetçilik dedikleri aslı kaskatı ırkçılık olan Ankara Türkçülüğünü de mukaddes meta olarak telkin etmek olan iğfalâtı kısmen yumuşatmakla birlikte geri çekmediler. Günah benden gitti!

İlk gün sabahın köründe göstermelik de olsa yumuşatılmış şekli ile kopyaladığım bahse mevzu metni bir bütün olarak bir daha görelim mi?

"Cumhuriyeti ilan eden Türk Hamiyet ve Milliyetperverleri kimlerdir?

"Cevap:

"Değerli Kardeşimiz;

"Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de Birinci Şua'da geçen 28. ayetin izahında ilm-i cifirle muazzez Üstadımızın verdiği mana çok manidardır.

"Hicri 1324, miladi 1908 tekabül ediyor. Bu ise İkinci Meşrutiyetin, sultan Abdülhamit Han tarafından ilan edilmesidir. Buradaki “hamiyetperverler” tabiri sultan Abdulhamit ve II. Meşrutiyetin ilanında müessir olan idarecilerdir.

"Zira Avrupa zalimleri, Osmanlının, yani İslam devletinin nurunu söndürmek ve akibetini hazırlamak için müthiş bir gizli plan hazırlamışlardı. Eğer saltanat devam ettirilse idi, güya hürriyet ve demokrasi adına Osmanlının her halükarda işini bitirme kararında idiler.

"Ancak cennetmekân Abdulhamit Han çevresi ile bu meseleyi ciddi manada değerlendirmiş II. Meşrutiyeti ilan etmekle, hürriyet ve demokrasiye geçileceğinin sinyalini vermiştir. Böylece hem hanedanın saltanatına bir cihette son vermiştir. Bu vesile ile millete vatana hamiyetini ve vefasını göstermiştir. Âdeta saltanatını memleketin istikbaline ve yeni doğacak devletine bir cihette feda etmiştir. Bu vesile ile de Avrupalıların zalimane planlarının tatbikini askıda tutmuş ve tatbikatını geciktirmiştir. Hamiyetperverlik budur.

"Sonra cihan harbinin vuku bulması, akabinde yeni doğması muhtemel Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını ortadan kaldırmak için, Avrupalılar yine o zalimane planlarını tatbik etmek istediler.

"Sevr ve Lozan anlaşmaları gibi tamamen maddi ve manevi olarak bu devletin ortadan kalkması için ağır şartları dayattılar.

"Bu defa da Türkiye milliyetperverleri, yani milliyetçiliği esas alarak kurdukları Türkiye Cumhuriyetinin maddeten ve coğrafi olarak varlığını muhafaza sadedinde; kurtuluş savaşını yapanlar ve o ekip Avrupalılara karşı mücadeleyi başlatmıştır. Sadece Cumhuriyetin ve Türk devletinin varlığı ve muhafazası için, çok ciddi tavizler vermişler ve o ağır anlaşmaların altına sızlaya sızlaya imzalarını atmışlardır. Yapılacak başka bir şey de yoktu.

"İşte burada her şeyin başı olan istiklal ve hürriyet için o mesuliyetler altına girmişler, verdikleri tavizlerle, bu milletin hürriyet ve istiklalini korumuşlardır.

"Bugün ise millet hamiyeti ile ve himayeti ile onların boşluklarını doldurmuş, şahlanan bir Türkiye ile Dünya gündemine oturmuştur.

"İşte Türkiye milliyetperverleri diye Üstadımızın tavsif ettiği İstiklal Harbini yapıp o anlaşmaları karar altına alan ve milliyetçiliği esas alıp hareket eden ve cumhuriyeti kuran o kadrodur.

"Gerek hamiyetperverler ve gerekse de milliyetperverler, birkaç şahıs müstesna, genel manada bu milletin ve vatanın varlığı ve bekası için çalışmış ve faydalı işler yapmış gruplardır.

"Selam ve dua ile...

"Sorularla Risale Editörü"

Mefhumları tersyüz etmekle başlayan makale, daha ilk cümlede yer alan "milliyetperver" mefhumunu "milliyetçilik" olarak okuyucusunun şuuruna paslı çivi gibi çakıyor. Oysa millet ve milliyet mefhumunu şerh etmekte bir nebze samimi davransalardı Üstad'ın, 1909'da ceberrut bir mahkemenin kalın taş duvarları ile o duvarlardan daha sert mahkeme azalarının habis suratlarında yankılanan asırlık şu ifadesi kâfi gelecekti:

"Ben talebeyim. Onun için her şeyi mizan-ı şeriatla muvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum." (Divân-ı Harb-i Örfî)

Demek ki ne imiş, Bediüzzaman'ın milliyetperverlikten kasdı, Kamal Atatürk'ün İslâmiyet'in yerine ikameye çalıştığı Türkçü Milliyetçiliği değil, İslâmiyet'in tâ kendisini sevmekmiş!

Hezeyanı aşan bir iğfalât olan yukarıdaki metni satır satır tahlil ve tenkid ile vaktinizi almak istemiyorum. Hayatî noktalarla bitireceğim.

Sultan Abdulhamid mevzuu, yeni Türkiye'nin çıkmazlarından biridir. Vur deyince öldüren bir milletin muvazeneyi tutturması imkânsızın imkânsızı. Kamalistlerin ölçüsüz Abdulhamid düşmanlığı muhafazakârlarda aynı ölçüsüzlükte bir muhabbete yerini bırakırken bizimkilerin de eyyama ayak uydurmaları kaçınılmaz olmuş. Hayli medh ü senadan sonra, II. Meşrutiyetin ilânının maksadını ifade için şu garib cümleyi kurmuşlar:

"Âdeta saltanatını memleketin istikbaline ve yeni doğacak devletine bir cihette feda etmiştir. Bu vesile ile de Avrupalıların zalimane planlarının tatbikini askıda tutmuş ve tatbikatını geciktirmiştir. Hamiyetperverlik budur."

Bir kere, II. Meşrutiyetin ilanı Sultan Abdulhamidin millete lütfu bir fedâkarlık değil, büyük bir mecburiyetin karşısında zorakî bir kabullenişidir. "...yeni doğacak devlet" tabiri ile editörün muradı Meşrutiyet ise, ilk mekteb talebesi bile bunun yeni devlet değil, olsa olsa yeni devir ile ifade edilmesi gerektiğini bilir. Yok, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise muradı, Sultan'a olan hüsn-ü zannına vermekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Belli ki Sultan Abdulhamid'i kader defterinin sır kâtibi mevkiinde görüyor editör. Hüsn-ü zannına tebessüm edip geçelim.

Tuhaf bir yola girdik bir kere, garabetin biri biterken bir başkası başlıyor. İşte:

"Sonra cihan harbinin vuku bulması, akabinde yeni doğması muhtemel Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını ortadan kaldırmak için, Avrupalılar yine o zalimane planlarını tatbik etmek istediler."

Bu sefer keramet Avrupalı zâlimlere verilmiş. Editörün zehabına göre, o zâlimler Osmanlı'yı yıkmaya muvaffak olacaklarını görmekle kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de kurulacağını da görmüş ve imhasını plânlamışlardır. El insaf mı desem, pes mi desem, merhum Mısıroğlu'nun Haydar Baş'a verdiği tarihî cevabı mı hatırlasam; bilemedim.

İğfalât devam ediyor:

"Bu defa da Türkiye milliyetperverleri, yani milliyetçiliği esas alarak kurdukları Türkiye Cumhuriyeti'nin maddeten ve coğrafi olarak varlığını muhafaza sadedinde; kurtuluş savaşını yapanlar ve o ekip Avrupalılara karşı mücadeleyi başlatmıştır."

Bunu Kamalistler de bir yalan olarak söylüyorlar ama tekrarı Bediüzzaman'ın şâkirdlerine düşmezdi. Belli ki Cumhuriyeti kuranların Avrupalılarla birlikte çalıştıkları, Sorularla Risale ve okuyucularının mechûlu kalmış ki, tam aksine îmân etmişler.

Ve büyük bir ihaneti masum ve meşru gösterme gayreti:

"Sadece Cumhuriyetin ve Türk devletinin varlığı ve muhafazası için, çok ciddi tavizler vermişler ve o ağır anlaşmaların altına sızlaya sızlaya imzalarını atmışlardır. Yapılacak başka bir şey de yoktu."

Ankara muktedirleri için resmedilen bu parlak tablo sizin de içinizi sızlatmadı mı? Ben gözyaşlarına boğuldum. Meğerse şapka takmadı diye İskilipli Âtıf Hoca'nın, Babaeski Müftüsü'nün idamı, Müslüman çocuklarına Kur'an öğreten hocaların hapishanelerde çürütülmesi, Türkçe Ezan zulümleri, Üstad Bediüzzaman'a çektirilenler hep bu göz yaşartıcı fedâkârlık ve yüksek hamiyetten kaynaklanıyormuş! Öyle mi beyler, öyle mi?

Yok, bu mel'abegâhda daha fazla oyalanmanın âlemi yok. Bir kayıdla b itirelim:

Bu dehşetli iğfalâtta ısrar edip geri adım atmaya yanaşmadığınız için Allah sizi affeder mi, bilmiyorum. Ama ben affetmeyeceğim...