Malum geçenlerde yetkililerce belirtildi; önümüzdeki yıldan itibaren okullarda kıyafet ve saç kesimleri artık serbest olacakmış. Ve bir çok yerden şimdiden uygulanmaya başlandı. Herkes istediği gibi giyinecek, istediği tarza ve saç modeline sahip olacak, “Oh Ne Güzel!!!” işte, -oh ne güzel- değil aslında. Serbestlikte dahi, egemen ideolojinin halklar üzerindeki denetim mekanizmalarını görebiliyoruz. Mesela dar giyinmek, kot giyinmek, mini giyinmek vs. yasak… Yani yasak, yine yasak! Sadece yüz değiştiriyor.
Bu konu hakkında iktidardan birileri, destekler nitelikte; muhalefetten birileri, karşı tutum şeklinde bir şeyler söylediler. Çok söylediler, az söylediler bilmem ama hepsi niteliksizce şeyler söyledi. Amacımda kimin ne dediği değil zaten, bu durumun aslında ne olduğudur.
Bir yandan yoksulluğun etkileri unutulmuş gibi, hiç düşünülmüyor mu, bu insanlar maddi durumu olmadan nasıl okullarda çocuklarının isteklerini tatmin edecekler. Toplumdaki bölünmüşlük ekonomik düzeyde büyük hatlarla ortaya çıkacak, asgari ücrete talim aileler, yoksullar, işsizler ne yapacakta aradaki farkı kapatmaya çalışacaklar? Ya ekstradan işlerde kendilerini sömürmelerine daha çok izin verecekler, ya okulda kıyafetler içerisinde kıyafetleri olmayan öteki kalmaya devam edecekleri yada okuma umutlarından vazgeçecekler.
Peki bu durum nasıl gerçekleşti, kısaca yakın geçmişimize bakalım: Tüketim kültürü ile artık ihtiyaç olmadan tüketimin yaygınlaştığını görmekteyiz. Öyleki gösterişçi tüketim; statü edinme amaçlı, moda amaçlı almış başını gidiyor. Bu durum nasıl oldu? Nasıl oldu da gösterişçi tüketimde bulunur olduk ve bilinçsizce alışveriş yapar olduk? Ben buna, Türkiye için 1971’den bu yana izlenen politika diyorum. Nasıl mı? 1971 de başlayıp; 1979’a kadar artan Tüpgaz kuyrukları, yağ kuyrukları, elektrik yok, benzin yok… Benzin olmadığı için, santral çalışmıyor; elektirik yok, elektrik olmadığı için fabrikalar duruyor. Yoksulluk, açlık, işsizlik gün ve gün artıyor. Ve Ecevit hükümeti yerine, Süleyman Demirel hükümeti geliyor. Yeni ekonomik kurulun başında ise; Turgut Özal. Paketler alınıyor (IMF gibi). Ve 24 Ocak kararları belirleniyor. Bu kararları madde madde saymaya gerek yok. Bu kararların bana göre kısa özeti; arz – taleb göre fiyat, serbest piyasa koşulları, alan alır - almayan aç kalır, kapitalizm vahşiliğiyle bu topraklara girmiştir. “Emperyalizm bizi sömürmeye kadar başladı.” gibi cümlelerdir. Daha sonra Ecevit, K. Boratav ile söyleşisinde şunları söyleyecek; bizi IMF, AB değil, onların güzel planlarına kanan iş adamlarımız bu hale getirdi diyecek.
Okul kıyafetlerinden gösterişçi tüketime, ordan 24 Ocak kararlarına ne alaka diyeceksiniz, aslında çok alakalı. 24 Ocak kararları ile Türkiye’ ye kapitalizm girdi ve bu tarih, bir çok gizli oyunların oynanmaya başladığı dönemdir de aslında. 12 Eylül darbesiyle bu ekonomik planların sendelemesi gibi gözüksede tam tersine bireylere bu dönemde; korku kültürü, kültür-dil emperyalizmi uygulandı. Halklar tamamen kayıtsız kalmaya yönlendirildi ve nitekim öyle de oldu. Bu siyasetten korkak tavır, bilinç dışı bir hareket başlattı. Bireyleri geçimine yönlendirdi. Artık sorgulayan bireyler yok edinmek istendi. Akabinde artık tüketim şekilleri günümüzde okullara kadar indi.
Peki buna hazır mıyız? Hayır, daha ekonomik durumu kötü olan milyonlarca insan var. Kıyaslamanın çok olduğu arkadaşlık ortamları, ergenlik dönemi dürtüleri, gösteriş, kıskanmak gibi durumların yoksul ailelerde ne tür sonuçlar doğuracağını buyrun siz tahmin edin.
Asgari ücretle geçinen bir aile düşünelim, bu birey okul masraflarını yılda bir defa zor alıyorken, okulda çocuklarının bir arkadaşında gördüğü birşeyleri sürekli istemesi ve bunu alamaması sonucunda o çocukların durumu, okullarda çektiği sıkıntılar ne boyutta olacak. Yine yoksul daha da yoksul kalacak, insanlık onuru zedelenircesine ezilecek, ötekileşecek. Adı Murat olan bir arkadaşımla Facebook’ta bu konu hakkında konuşuyordum. Kendisi Diyarbakır’ın bir köyünde öğretmen, Bana şunları söyledi: “Eshat, köyde bir adam yanıma geldi. Bana dedi; hocam ben başta kıyafet serbestliğine sevindim. Her sene başında kıyafet almaktan, önlük almaktan kurtuldum dedim. Sonra benim büyük çocuklar okudukları liseden para istediler, bir iki hafta geçmeden yine istediler. Meğerse aynı kabanı, ayakkabıyı giymek istemiyorlarmış. Ayıpmış. Sonra düşündüm bu iş bize daha çok pahalıya patlayacak. Ben pamuk ekerek bu işin altından kalkamam. Eshat ben düşündüm de adam haklı, gerçekten öyle. Kendi sınıfımda ise çocukların, bir çocuğun elbisesiyle dalga geçtiklerine şahit oldum. Bende bu sene tam elbise serbestiyeti olmadığı için yasakladım.” Düşündüğümüzde Murat hocamızın cümlelerini ve diyalogunu, bölgedeki birçok öğrenci yazları tarlada, yada başka bir işte çalışarak okul masraflarını kısmen karşılıyorlardı. Ama bundan sonra, her gün kıyafet değiştirme “özgürlüğü” olumsuz sonuçları daha da çok beraberinde getireceketir. Öğrenciler ya daha çok çalışacak, yada mahkum olacaklar, yada kıyafet uğruna çıktığı yollarda ölecekler, tıpkı Uludere katliamı gibi. Uludere (Roboski) demişken hatırlarsanız geçen yıl 28 Aralıkta -yani yıl dönümündeyiz- güya yanlış istihbarat sonucu, güya başka kişiler zannedilip hava harekatı sonucu 34 kişi hayatını kaybetmişti. Ve bunların çoğu okul harçlıklarını çıkarmak için oraya giden öğrencilerdi. Burdaki kaçakçılık mevzusu başka bir boyut daha hatta bir çok boyut daha taşısa da, ordaki öğrencilerin okulu uğruna gittiği yerde ölmeleri bu ülkedeki yoksulluğun en büyük sembolüdür.
Yani anlaşılan siyaset, ideoloji, kurumsallaşma ve ekonomi kol kola yürüyor. 80’lerde atılan temeller doğrultusunda vampirlik icat ediliyor, herkes bir yandan sömürmeye başlıyor. Uluslar arası şirketler artık yaygınlaşıyor ve markalaşma boy göstermeye başlıyor. Marx’ın deyimiyle; egemen üretim biçimi (kapitalizm), egemen ideoloji ve yönetimi belirliyor. Belilenen yönetim, kendi yasalarını belirliyor, giyim konusunda, açlık konusunda yasalar konuluyor. Çıkış yolu arayanlar, geçim uğruna sınır ötesi umutlara çıkanlar, öldürülüyor kimse bir şey demiyor. Unutuyoruz, diyorlar ben korkuyorlar diyorum ve soruyorum;
• Ne çabuk unuttunuz, bu ülkedeki işsizlik oranını
• Ne çabuk unuttunuz, bu ülkedeki işçi maaşını
• Ne çabuk unuttunuz bu ülkedeki 80 oyunlarını
• Ne çabuk unuttunuz bu ülkedeki yoksulları
• Ne çabuk unuttunuz bu ülkedeki öteki olarak adlandırılan; Kürtleri, Alevileri, Ermenileri, Kadınları
• Ve neden unuttunuz, okul harçlığı uğruna roboskide ölenleri, tepelerine bombalar yağarak ölenleri, 34 canı.
Evet Uludere veya Roboski nasıl tabir etmek isterseniz artık. Burdaki çoğu öğrenci 34 kişi okul harçlıkları uğruna battaniye, kilim getirip satacaklardı, öldüler. Neden öldürüldüler diyoruz, yanlışlık? Yanlışlık değil aslında. Birincisi; Kürt oldukları için, ikincisi; o bölgede biz burdayız demek için, üçüncüsü; onları kendi ekonomik çarkınıza dahil etmek için, dördüncüsü; onların okula harçlıksız gitmelerine sebep olduğunuz için. Ve daha nice sebepler yüzünden öldürdünüz.
İlk yazımda belirtmiştim; umutlu yolcular olmak diye, bari umutlarımızı bitirmeyin, öğrencilerimizi köylü oldukları için,yoksul oldukları için, Kürt oldukları için umutlarından etmeyin. Bizi okul masraflarını tedarik etmeye giderken bombalamayla karşılık vermeyin. Hani Seyyit Rıza diyor ya aynısını söylemek istiyorum: “Evladı Kerbelayız! Bir hatayız! Ayıptır,zulümdür, cinayettir!" Evet ayıptır günahtır etmeyin bir halkın onuruyla bu kadar oynamayın, biraz barış diye, kardeşlik diye, eşitlik diye, haykırın paranın ve onun ideolojisi olan milliyetçiliğin bu kadar kölesi olmayın..
Not: İlk yazımda bana destek verip ikinci yazımın yayınlanmasını sağlayan arkadaşlarıma ve Ağabeyim Esvet’e, Ev arkadaşım Nejbir Sılak’a, kısacası herkese çok teşekkür ederim.