Başbakan Yıldırım; "Bugün devlette çalışan memurların, kamu görevlilerinin yüzde 40'ı kadınlardan oluşuyor.... Üniversite hocalarının yüzde 50'si kadınlarımızdan oluşuyor. Bugün üniversitede okuyan kızlarımızın sayısı erkek öğrencilerimizin sayısından daha fazla. Bu bizim için büyük mutluluk... kadın elinin değdiği yerde zafer, bereket ve başarı vardır" demiş!

Elbette kadınlarımızın istisnasız olarak hepsinin eğitimli olmasını hepimiz isteriz. Lakin iş ayrı eğitim ayrıdır...

Zira iş hayatında kadını öne sürerek, erkeklerden fazla olmasıyla övünmek ve daha ileri giderek, "Kadının elinin değdiği yerde zafer bereket ve başarı vardır." diyerek, erkeğin önüne taşımak, hiç bir şekilde izahı olamayan çok vahim bir garabetten başka bir şey değildir!

Hem Allah, ayetle sabit olarak, evin geçim görevini erkeğe vermiştir. Bu da demek oluyor ki, iş hayatında erkeğe ağırlık vermek, Allah'ın aleni bir emridir!

Bu emre muhalif bir netice ile övünmek ise, bir Müslüman için kesinlikle izahı olamayan çok acı bir haldir.

Zaten erkeğin fıtratı da buna göre yaratılmıştır. Mesela erkek, doğum yapmaz, her ayın bir haftasında, psikolojik ve bedensel anlamda çökmez. Hem erkek kadına nazaran güçlü, kararlı, cesur, soğukkanlı, ferasetli vb. bir çok özellikle donatılmıştır.

Bu özellikler erkeği, dış dünyanın tehdit ve baskılarına karşı çok daha dayanıklı kılar. Yani erkeği küçük bir savaş hükmünde olan geçim mücadelesine hazır hale getirir.

Hal böyle iken, kadınlarımızı yuvalarından kopararak, onların asli vazifesi olan anneliğini, günün yaklaşık 12 saatinde kapitalizm çarkında ezmek, evvela kadınlara sonra da neslimize vurulacak çok ağır bir darbedir.

Bu ağır darbenin bedelini, bir zamanlar Sayın Başbakan gibi övünen Avrupa, çok feci bir şekilde ödemektedir!

Şuan Avrupa'da çalışan kadınlara verilen onca ayrıcalıklı hakka rağmen; Aile hayatı bitmiş, kadınlar evlenmez veya çok geç evlenir olmuş, çocuklar doğmaz olmuş, doğsa da, anne şefkatinden mahrum asi bir nesil büyür olmuş ve hakeza, saymakla bitmeyecek yıkıcı sonuçlarını yaşamaktadır.

Ne yazık ki, bizde millet olarak Avrupa'nın bu acınası feci haline doğru hızla ilerlemekteyiz. Gerçi hangi hükumet gelse, benzer yanlış söylem ve politikaları yapması kuvvetle muhtemeldir.

Bu nedenle bu vahim hatanın telafisinin tek yolu, millet olarak bu rezalete karşı çıkarak hükumeti her fırsatta uyarmaktır.

Aslında Aile bakanlığı, feminizmin esaretinden kurtularak, adam akıllı bir rapor hazırlarsa, bu gidişatımızda ki rezaleti tüm çıplaklığıya ortaya çıkarabilir.

Lakin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, fillen Kadını Yüceltme Bakanlığı olarak faaliyet gösterdiği için, sosyal anlamda yaşadığımız vahametleri, alakasız yönlere çekmekte ve bu nedenle çözüm yerine sorun üretmektedir.

Bunun temel nedeni ise, Aile bakanlığının başına, Ailenin fıtri reisi olan bir baba yerine, feminist bir Annenin ısrarla getiriliyor olmasıdır. Haliyle Aile Bakanlığının Politikalarıda, feminizmin etkisi ağır basmakta ve nihayet aile yapımız her geçen gün hızla çökmektedir.

Yeri gelmişken şunu da söylemekte fayda var; bir erkek işsiz kalırsa, psikolojikmen ciddi anlamda zarar görür. Lakin fıtratı bozulmamış eğitimli bir kadın işsiz kalırsa böyle bir şey olmaz. Çünkü zaten o kadının annelik gibi, ciddi anlamda eğitim isteyen ağır bir görevi vardır.

Ama şu da var ki; İş hayatımızda kadına ihtiyaç olan yaklaşık %10 gibi bir alan vardır. Bu alanlarda dahi kadınlarımıza yarım günü aşmayacak şekilde vazife verilmelidir ki, toplumsal yapımız bozulmasın, milletimizin huzuru kaçmasın, hanelerimizden bereket eksik olmasın.

Zira günün 12 saatini dışarıda geçiren bir kadın tahammülü bitmiş olarak hanesine döner. Ne çocuğuna ne eşine nede evine gösterecek tahammülü kalmaz. Haliyle o hanede ne huzur nede bereket kalır. Allah yâr ve yardımcımız olsun.

***

ÜSTAD'DAN MÜHİM BİR NASİHAT!

Bediüzzaman Said Nursi'ye niçin Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığı sorulduğunda, Üstad Cevaben: "...Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist(yani islamdan çıkarsa) olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum" dedi.

Bir çoğumuz kabul eder ki, Demokrat partinin lideri olan Menderes'in o zaman ki vazifesini, şuan ziyadesiyle yapan Recep Tayyip Erdoğan'dır.

Madem bu böyledir. O halde Reis'e, Kur'an, vatan ve İslam namına, her hangi bir şahsi menfaat veya zararı dikkate almadan destek vermek durumundayız.

Zira Üstad'ın bahsettiği şedit tehlikenin sadık uşakları; başta CHP ve onun yandaşları olan: SP, İP, HDP tek bir vucut olarak, Reis'i devirmek ve Türkiye'nin dümenini dış güçlerin güdümüne vermek için tüm güçleriyle çabalıyorlar.

Böyle bir vahamet karşısında, bir müslümanın tarafsız kalması veya diğer tarafa hizmet etmesi, elbette izahı mümkün olmayacak bir durumdur.

Allah miletimizin istikametini hayır üzerine daim eylesin.